Saturday 25 June 2011

Tutak'a veda edememek

Önce Edith Piaf ablamıza kulak verelim, hatta Gülriz Sururi'nin çevirisiyle şarkısının sözlerini de içimize çekelim, sonra yazdıklarıma geçip, alakayı kendimiz kurmaya çalışalım.



hiç mi hiç
ben pişman olmadım hiç
aldandım, aldattım, yaşadım
bu benim hayatım

hiç mi hiç
ben pişman olmadım hiç
eskimiş dostuma, düşmanıma
son bir kez elveda

anılar yok artık
canı cehenneme
hepsini süpürdüm
kafamın içinden
içim titrese de
dönmem ben geriye
yaşarım bu günü
başlayıp sıfırdan

hiç mi hiç
ben pişman olmadım hiç
aldandım, aldattım, yaşadım
bu benim hayatım

hiç mi hiç
ben pişman olmadım hiç
dün gece başladım
seninle yeni bir hayata

İşte başlıyoruz...


Evet bir yıldır bu anın hayalini kurdum, bugünü iple çektim ama yine de göğsümün sol tarafında bir düğüm var. İş ciddiye binince, sürekli "ulan giderken şu adamların hepsine NAH çekicem!" dediğim insanlar bile gözüme masum birer çocuk gibi görünmeye başladı (hepsi değil tabi).

3 yıl önce ağlaya ağlaya terk ettiğim yere, Kocaeli'ye geri dönüyorum. Siyah-beyaz resim çerçevem, tahta kalemliğim, bir kısmı çatlamış mor aynam, yeşil çiçekli kağıt tutacağım da benimle birlikte ana vatanlarına dönüyorlar. Bilmem pişman olur muyum, sırf gitmek için Dilovası'nda çalışmaya razı oldum, buna değecek mi emin değilim.

Tutak'tan sık sık şikayet etmiş olsam da biliyorum ki buraları arayacağım dönemler de olacak. En başta öğrencilerimi çok arayacağım; o iyi niyetli, sıcak kanlı, içten gülüşlü öğrencilerimi. Sonra Ophelia'yı, aynı odayı, aynı evi, aynı hayatı paylaşabilmemizi özleyeceğim. Tabi buna bağlantılı olarak erkek arkadaşını, onun arkadaşlığını, her ihtiyaç duyduğumuzda yanımızda oluşunu, sayesinde hayatımıza giren ve her biri ayrı birer renk cümbüşü olan arkadaşlarını özleyeceğim.

Çalışma arkadaşlarımı çok özleyeceğim. Öğretmenler odasındaki eğlenceli sohbetlerimizi, hararetli tartışmalarımızı, öğrenciler hakkında yaptığımız ufak dedikoduları (evet bunu cidden yapıyorduk) özleyeceğim.

Eminim özleyeceğim daha çok şey olacak Tutak'la ilgili. Zaten büyük ihtimalle buraya yazarım yeri geldikçe. Bulunduğum yere küfreder, "Tutak'da olsam böyle olmazdı!" diye isyan ederim. Biliyorum kendimi çünkü. Damarlarımda karamsarlık akıyor sonuçta. :)

Buralara geldiğim için pişman olduğumu düşündüğüm günler olmuştu. Ama yok, pişman değilim, Tutak'ın bana, kişiliğime kazandırdıklarını düşününce hiç de pişman olmadığımı anladım... Çok sinirlendim, ağladım, zırladım, küfrettim evet, ama pişmanlık, ı ıh! Sonuçta aynı küfürleri vaktiyle benden Muratlı da yedi, İzmit de yedi, sonra ne oldu oralar gözümde birer cennet oldu. Tutak da anılarım içerisinde yerini aldı ya, artık kah gülerek, kah sinirlenerek, kah hüzünlenerek anacağım onu.

Gidiyorum evet, hayatımın bir parçasını da burada bırakarak gidiyorum, anılarıma yenilerini eklemiş olarak gidiyorum. Ama geldiğime pişman değilim, Edith Piaf ablamızın da dediği gibi, burada yaşadığım hiçbir şey için pişmanlık duymuyorum.

1 comment:

missND said...

dilovası için dünyanın en kötü yeri diyebilirim. nasıl bir bağ kurduysam artık uzun bir bitirme projesi dönemi boyunca, içimden atamadım oranın terkedilmişliği ve haksızlığa uğramışlığını. yeni başlangıçlar her zaman iyidir, bu benim bakış açım tabi. dilovası her ne kadar zor olsa da, alıştığın yerleri bırakmak her ne kadar zor olsa da, yeni yerler daha güçlü bağlar yaratacaktır. zaten yaratmadığı takdirde insan hep arayışlara giriyor ve su yine kendi yolunu bulup akııp gidiyor. öyle tahmin ediyorum. =)