Ne kadar doğru bir karar vermişim yeni başlangıçlar yapmamak konusunda.
Şimdi daha iyi anlıyorum, içine düştüğüm boşluğu dolduracak bir şey arayışına girmemekle en doğrusunu yapmışım.
Her yeni başlangıç yepyeni bir sorumluluk yüklüyor insanın omzuna. Hele ki bitişi pek yakınsa... Yeni başladıklarını yarım bırakmak kadar iç burkucu bir şey yok, bunu en iyi bilenlerdenim.
Tam umudumu kaybettiğim dönemlerde karşıma çıkmasına rağmen mantıklı davranmayı başarmışım ya, "amannn kaptırayım gitsin" dememişim ya, ne iyi etmişim.
Şimdi eminim o da benle aynı fikirdedir, "iyi ki" diyordur o da. Gideceğimden emin olmadığım, kafa karışıklıklarıyla ve yalnızlıkla baş etmeye çalıştığım o dönemde ruhsal boşluklarımı onunla doldurmaya çalışmadığım için iyi hissediyordur kendini. Çünkü tam tersini yapsaydım kötü hissedecekti biliyorum.
Ve artık kesinlikle eminim, ben en doğrusunu yaptım, hem kendim için, hem onun için...
Monday, 27 June 2011
O mektup
Bugün yazdığım o mektubu okudum.
Hayatımda yazdığım en uzun mektup. Aslında tam mektup değil ama ithaf edince, hitaplar birinci tekil şahsa yönelince mektup oluyor mecburen.
Defterin ara sayfalarına kurşun kalemle yazmak hangi kafanın ürünü bilmiyorum. Yazım yanlışlarını karalayarak kağıt israf etmekten korkmuşum sanırım. Zaten el yazım yeterince çirkinken bir de sözcüklerin üzerini karalayarak sayfaların görselliğini daha da berbat hale getirmeyeyim diye düşünmüş olmalıyım.
Hayatımda yazdığım en uzun mektup ya hani, yazma süreci de uzun sürmüş. Başına oturduğum her gün için tarih atmışım, böyle günlük gibi, hayatımın belli bir dönemini özetlemişim, hem de her açıdan. İlk defa duygularımı bulundukları derin kuyudan bu kadar yoğun çıkarmışım dışarı. Gün yüzü görmemiş itiraflarıma mesken olmuş çizgili defter sayfaları.
Bazen yazarken ağlamışım; göz yaşlarımın döküldükten sonra kuruyup yer yer bıraktığı ufak buruşuklukları gördüm sayfalarda. Sancılı bir süreçmiş, yazmışım rahatlamışım. Söyleyemem çünkü biliyorum. Konuşmakta, yazmakta olduğum kadar iyi değilim. Zihnimden konuşurken güzel konuşurum da iş kalpten konuşmaya gelince beceremiyorum, dilim dönmüyor bir türlü. Soğuk mizaç benimki, tamam kabul ediyorum. Annem bile şikayetçiyken bu huyumdan, bana onun kadar yakın olmayanların söylediklerine nasıl karşı çıkabilirim.
Güzelmiş mektup yazmak, zahmetli ama güzel. Hiçbir zaman gönderilmeyecek olsa bile güzel. Kafka'nın Milena'sına yazdığı mektuplar kadar edebi değil belki ama yine de güzel...
Güzelmiş kendi parmak izlerini bırakmak sayfalara, kendi kokunun sinmesi satırlara... Çizilen her harf kendi karakterini yansıtırmış gibi, kargacık burgacık bazen ama güzel...
Saturday, 25 June 2011
Tutak'a veda edememek
Önce Edith Piaf ablamıza kulak verelim, hatta Gülriz Sururi'nin çevirisiyle şarkısının sözlerini de içimize çekelim, sonra yazdıklarıma geçip, alakayı kendimiz kurmaya çalışalım.
hiç mi hiç
ben pişman olmadım hiç
aldandım, aldattım, yaşadım
bu benim hayatım
hiç mi hiç
ben pişman olmadım hiç
eskimiş dostuma, düşmanıma
son bir kez elveda
anılar yok artık
canı cehenneme
hepsini süpürdüm
kafamın içinden
içim titrese de
dönmem ben geriye
yaşarım bu günü
başlayıp sıfırdan
hiç mi hiç
ben pişman olmadım hiç
aldandım, aldattım, yaşadım
bu benim hayatım
hiç mi hiç
ben pişman olmadım hiç
dün gece başladım
seninle yeni bir hayata
ben pişman olmadım hiç
aldandım, aldattım, yaşadım
bu benim hayatım
hiç mi hiç
ben pişman olmadım hiç
eskimiş dostuma, düşmanıma
son bir kez elveda
anılar yok artık
canı cehenneme
hepsini süpürdüm
kafamın içinden
içim titrese de
dönmem ben geriye
yaşarım bu günü
başlayıp sıfırdan
hiç mi hiç
ben pişman olmadım hiç
aldandım, aldattım, yaşadım
bu benim hayatım
hiç mi hiç
ben pişman olmadım hiç
dün gece başladım
seninle yeni bir hayata
Evet bir yıldır bu anın hayalini kurdum, bugünü iple çektim ama yine de göğsümün sol tarafında bir düğüm var. İş ciddiye binince, sürekli "ulan giderken şu adamların hepsine NAH çekicem!" dediğim insanlar bile gözüme masum birer çocuk gibi görünmeye başladı (hepsi değil tabi).
3 yıl önce ağlaya ağlaya terk ettiğim yere, Kocaeli'ye geri dönüyorum. Siyah-beyaz resim çerçevem, tahta kalemliğim, bir kısmı çatlamış mor aynam, yeşil çiçekli kağıt tutacağım da benimle birlikte ana vatanlarına dönüyorlar. Bilmem pişman olur muyum, sırf gitmek için Dilovası'nda çalışmaya razı oldum, buna değecek mi emin değilim.
Tutak'tan sık sık şikayet etmiş olsam da biliyorum ki buraları arayacağım dönemler de olacak. En başta öğrencilerimi çok arayacağım; o iyi niyetli, sıcak kanlı, içten gülüşlü öğrencilerimi. Sonra Ophelia'yı, aynı odayı, aynı evi, aynı hayatı paylaşabilmemizi özleyeceğim. Tabi buna bağlantılı olarak erkek arkadaşını, onun arkadaşlığını, her ihtiyaç duyduğumuzda yanımızda oluşunu, sayesinde hayatımıza giren ve her biri ayrı birer renk cümbüşü olan arkadaşlarını özleyeceğim.
Çalışma arkadaşlarımı çok özleyeceğim. Öğretmenler odasındaki eğlenceli sohbetlerimizi, hararetli tartışmalarımızı, öğrenciler hakkında yaptığımız ufak dedikoduları (evet bunu cidden yapıyorduk) özleyeceğim.
Eminim özleyeceğim daha çok şey olacak Tutak'la ilgili. Zaten büyük ihtimalle buraya yazarım yeri geldikçe. Bulunduğum yere küfreder, "Tutak'da olsam böyle olmazdı!" diye isyan ederim. Biliyorum kendimi çünkü. Damarlarımda karamsarlık akıyor sonuçta. :)
Buralara geldiğim için pişman olduğumu düşündüğüm günler olmuştu. Ama yok, pişman değilim, Tutak'ın bana, kişiliğime kazandırdıklarını düşününce hiç de pişman olmadığımı anladım... Çok sinirlendim, ağladım, zırladım, küfrettim evet, ama pişmanlık, ı ıh! Sonuçta aynı küfürleri vaktiyle benden Muratlı da yedi, İzmit de yedi, sonra ne oldu oralar gözümde birer cennet oldu. Tutak da anılarım içerisinde yerini aldı ya, artık kah gülerek, kah sinirlenerek, kah hüzünlenerek anacağım onu.
Gidiyorum evet, hayatımın bir parçasını da burada bırakarak gidiyorum, anılarıma yenilerini eklemiş olarak gidiyorum. Ama geldiğime pişman değilim, Edith Piaf ablamızın da dediği gibi, burada yaşadığım hiçbir şey için pişmanlık duymuyorum.
Etiketler:
Dilovası,
Edith Piaf,
Gülriz Sururi,
İzmit,
Kocaeli,
Muratlı,
Ophelia,
Tutak
Thursday, 23 June 2011
Kanka ayağı g.t ayağı
Ne kadar doğru bir tespit! Kimin zihninden çıktıysa aklına sağlık diyorum.
An gelir yakın arkadaşından hoşlanırsın, daha fazla içinde tutamaz durumu ona anlatırsın. O da sana karşı bir şeyler hissediyorsa ilişkiniz kankalıktan manitalığa evrilir, gittiği yere kadar mutlu mesut yaşarsınız, ama madalyonun bir de öteki yüzü var değil mi canlar?
Hah işte asıl kritik nokta bu! Sen duygularını açıkladıktan sonra bunun geri dönüşü yok artık, ya kendini her türlü cevaba hazırlamış olacaksın, kendi kendine gelin güvey olmayacaksın, başkalarının gazına gelip hayaller kurmayacaksın; ya da arkadaşlığı tümden bitirip kurtulacaksın, sen sağ ben selamet... Eğer bunun yükünü kaldıramayacaksan, "ama ben senin dostluğunu, muhabbetini de seviyorum, onu kaybetmek istemiyorum." demeyeceksin. O kadar laf salatası içinde gayriihtiyari ağzımdan çıkmış, aslında yok öyle bir şey diyosan o da senin problemin. Karşıdaki insanın da bu duruma en az senin kadar üzüldüğünü düşünemiyorsun değil mi? Aaaa ama olur mu, sen bunu söyleyince onun g.tü kalkmış oldu ya, sen de dizlerini dövüp mağduru oyna bakalım nereye kadar sürecek. Dünya senin etrafında dönüyor çünkü.
...
Hani genç kızların ayrıldıkları, hoşlanıp da duygularına karşılık alamadıkları erkeklere, "bak sensiz de mutluyum" mesajını vermek için abartı sevinç gösterileri vardır ya, o tavırları bir erkekte görmek daha gülünç oluyormuş meğer. Kızlar artık sizi suçlamıyorum, melankoliyi mübalağalı mutlulukla gizlemeye çalışmak sadece size özgü bir şey değilmiş aslında. Daha komik, daha rezil olanlarını gördüm ya, bundan sonra size gülersem o ağzıma s.çsınlar! O kadar da büyük konuşuyorum şimdi. Demek ki diyorum hiç kimse lisesi kız tribine girmeden, hakikati olgunca kabullenecek kadar geniş değil. Demek ki, aşk çok farklı bir durum ki insanları olduklarından daha gülünç duruma düşürüyor.
"Bunun adı aşk değil bi kere bak nasıl da unuttum seni, nasıl da mutluyum tra la la la!" mesajı verymeye çalışma arkadaşım, kankam! Görmezden gelerek yaşarım diyorsan benim için sıkıntı yok, halihazırda senin arkadaşlığına muhtaç da değilim.
Ama birlikte eğleniyorduk değil mi?
Fikir birliğine vardığımız konular ne kadar fazlaydı değil mi?
Birbirimizin muhabbetinden zevk alıyorduk, ve sen her kadının yanında bu kadar rahat konuşamıyordun değil mi?
Söyle bakalım bu arkadaşlığın içine ettin, şimdi mutlu musun kanka?
G.tün göğe erdi mi bari?
An gelir yakın arkadaşından hoşlanırsın, daha fazla içinde tutamaz durumu ona anlatırsın. O da sana karşı bir şeyler hissediyorsa ilişkiniz kankalıktan manitalığa evrilir, gittiği yere kadar mutlu mesut yaşarsınız, ama madalyonun bir de öteki yüzü var değil mi canlar?
Hah işte asıl kritik nokta bu! Sen duygularını açıkladıktan sonra bunun geri dönüşü yok artık, ya kendini her türlü cevaba hazırlamış olacaksın, kendi kendine gelin güvey olmayacaksın, başkalarının gazına gelip hayaller kurmayacaksın; ya da arkadaşlığı tümden bitirip kurtulacaksın, sen sağ ben selamet... Eğer bunun yükünü kaldıramayacaksan, "ama ben senin dostluğunu, muhabbetini de seviyorum, onu kaybetmek istemiyorum." demeyeceksin. O kadar laf salatası içinde gayriihtiyari ağzımdan çıkmış, aslında yok öyle bir şey diyosan o da senin problemin. Karşıdaki insanın da bu duruma en az senin kadar üzüldüğünü düşünemiyorsun değil mi? Aaaa ama olur mu, sen bunu söyleyince onun g.tü kalkmış oldu ya, sen de dizlerini dövüp mağduru oyna bakalım nereye kadar sürecek. Dünya senin etrafında dönüyor çünkü.
...
Hani genç kızların ayrıldıkları, hoşlanıp da duygularına karşılık alamadıkları erkeklere, "bak sensiz de mutluyum" mesajını vermek için abartı sevinç gösterileri vardır ya, o tavırları bir erkekte görmek daha gülünç oluyormuş meğer. Kızlar artık sizi suçlamıyorum, melankoliyi mübalağalı mutlulukla gizlemeye çalışmak sadece size özgü bir şey değilmiş aslında. Daha komik, daha rezil olanlarını gördüm ya, bundan sonra size gülersem o ağzıma s.çsınlar! O kadar da büyük konuşuyorum şimdi. Demek ki diyorum hiç kimse lisesi kız tribine girmeden, hakikati olgunca kabullenecek kadar geniş değil. Demek ki, aşk çok farklı bir durum ki insanları olduklarından daha gülünç duruma düşürüyor.
"Bunun adı aşk değil bi kere bak nasıl da unuttum seni, nasıl da mutluyum tra la la la!" mesajı verymeye çalışma arkadaşım, kankam! Görmezden gelerek yaşarım diyorsan benim için sıkıntı yok, halihazırda senin arkadaşlığına muhtaç da değilim.
Ama birlikte eğleniyorduk değil mi?
Fikir birliğine vardığımız konular ne kadar fazlaydı değil mi?
Birbirimizin muhabbetinden zevk alıyorduk, ve sen her kadının yanında bu kadar rahat konuşamıyordun değil mi?
Söyle bakalım bu arkadaşlığın içine ettin, şimdi mutlu musun kanka?
G.tün göğe erdi mi bari?
Sunday, 19 June 2011
My Hero
|
This is a child's poem to his dad, that i found from the net.
I'm not a good poet to express my feelings for my father.
But as it's said in the poem, he's my hero.
Happy fathers day, my beloved papa :)
Artık eminim, buradaki miadım doldu gitmeliyim...
Belki de teşekkür etmeliyim onlara. Kendime dönmemi sağladıkları için. Aptalca komplekslerini, kaprislerini çekmek zorunda değilim artık. Hesabını verme gereği duyacağım hiçbir davranışım olmayacak bundan sonra. Takıntılarıyla ve birbirleriyle baş başa kalmayı tercih ettiler. Meğer ne iyi etmişler...
Bana kendi ruhumla iç içe girmekten başka seçenek bırakmayacaklarını düşündüler belki bilemiyorum, ama iyi ki uzaklaşmışlar benden. Keşke daha önce ben yapsaydım aynı şeyi. Boşuna katlanmışım sonu gelmek bilmeyen manevi doyum isteklerine, pohpohlanma heveslerine... Bıraktım dünya onların etrafında dönsün, ben evreni kucaklamayı tercih ediyorum.
İnsanların ruhlarını tatmin ederken kendi onurunu koruyabilmek çok zor. İyi niyet gördükçe daha fazlasını talep etmeleri, duydukları en ufak iğneleyici sözcükle kılıçları kuşanma hevesleri benimki gibi sabırlı bir ruhu bile yoruyor bir süre sonra. Mücadele etmekten hiç kaçınmadım şimdiye kadar, ama sorun bir fikir savaşı olunca cümleyi noktalamadan saldırıya geçen insandan hazzetmediğim kadar hazzetmiyorum hiçbir şeyden.
Etrafımda, fikir dünyası çevresinden duyduklarına göre değişebilen insanların varlığına alışkın değilim. İlk defa burada bu kadar yakınlaştım böyleleriyle. Her alanda uyguladığım seçiciliğimi burada sergileyememişim diye hayıflanıyorum kendi kendime ama artık bir manası yok. Zararın neresinden dönülse kardır diyerek avutuyorum kendimi.
Ruhları yeterli olgunluğa ulaştığında farkedecekler ki gurur sandıkları şey aslında daracık dünyalarına sıkışan kompleksleri. Bununla yüzleştiklerinde ben yakınlarında olmayacağım biliyorum, en azından bunu temenni ediyorum. Pencerelerini farklı dünyalara açma cesareti göstermedikçe duydukları her eleştiriye arabesk cümleler kurarak karşılık verecekler, yazık. Ve en çok da bu cahil cesaretlerinin ertaflarındakilere zarar verecek olması üzüyor beni. Sanırım hala, az da olsa önemsiyorum çevrelerindeki insanları.
Şimdi en çok istediğim artık buradan, bu insanların arasından temelli gitmek. Sanki bir adım atsam gerisi gelecek ama adımlarım benim kontrolümde değil ne yazık ki... Ama gitmek ve tüm bunları birer anı, tüm o insanları beni güçlendirmek için birer sınav olarak hatırlamak istiyorum. Geriye baktığımda gülümseyerek hatırlayacağım anlar, insanlar, yerler de olacak elbette. Belli bir süre her sohbetimin baş kahramanı olacaklar hatta. Yer yer özlediğim bile olacak onları. Yine de gözümün önünde birer karaltı olacaklarına dimağımda hoş birer anı olarak kalsınlar daha iyi.
Artık her şeyden daha fazla istiyorum gitmeyi. Zorluk yaşayacaksam, mutsuz olacaksam, cehalet ile savaşacaksam da burada olmasın bundan sonra. Yaşatmaya çalıştığım fikirler, korumaya çalıştığım iyi niyetim ve sabrım onları gerçekten hak eden insanların yanında daha da güçlenecekler biliyorum.
Ama burada değil, artık eminim...
Ama burada değil, artık eminim...
Friday, 10 June 2011
Bir veda havası
Öyle çok özleyeceğim ki onları... "Hakkınızı helal edin hocam!" dediklerinde içim nasıl burkuldu anlatamam. Eylül'de görüşemeyeceğimizi onlar da biliyorlar çünkü.
O dönem nerede olacağımı ben bile bilmiyorum. Hala Tutak'da mı çalışacağım, yoksa 1 yıldır gün saydığım tayinim gerçekleşecek mi, hiç bir fikrim yok. Artık göçebe yaşamaktan sıkıldım. Öğretmenlikte 3. yılımı doldurdum ama bir türlü istikrar yakalayamadım. Aynı okulda çalışmaya devam edecek olan arkadaşlar daha şimdiden gelecek planlarını yapıyorlar bile. Ama ben yapamıyorum. Kendi okuluma da gidemiyorum. Gitsem Tutak MEM'in de işine gelir ama yasal zorunluluktan dolayı gönderemiyorlar bizi oraya (beni ve Ophelia'yı) maalesef.
Tutak Anadolu Lisesi'nde çalışmayacaksam Tutak'dan da temelli gideyim diye dua etmekten yoruldum koca bir dönemdir. Seviyorum çünkü öğrencilerimi, okulu, çalışma arkadaşlarımı (büyük bir kısmını)...
Farklı il ve ilçelerden gelen öğrencilerin çoğu, bugün (yazılıların bitmesiyle) evlerine döndüler. Bir daha görüşemeyeceğiz diye uzun uzun vedalaştık onlarla. Gerçekten bir daha görüşemeyeceğiz çünkü. Bazen diyorum ki, keşke şu nöbet işine hiç girmeseydim de öğrencilerle bu kadar içli dışlı olmasaydım. O zaman bu kadar bağlanmazdım belki onlara. O gencecik kızların, erkeklerin hayatlarının en önemli ayrıntılarını bilmek, o çocuksu heyecanlarını paylaşmak aslında onları tanımak açısından değil, onlarla duygusal bağ kurmak açısından faydalı oluyormuş meğer. Bu durumda onlardan ayrılmak da çok zor geliyor.
Önümüzdeki dönem nereye gidersem gideyim buradaki öğrencilerimi özleyeceğim biliyorum. Bazı bazı şikayet ettiğim davranışlarını bile arayacağım. Yenileriyle kıyaslayacağım ki bu daha da fazla özlememe sebep olacak onları. İyiler çünkü. Gerçekten çok iyiler, çok tatlılar.
Seviyorum onları, ama yeniden bir arada bulunamayacağız, bazı saçma sapan esprilerine gözlerimi deviremeyeceğim, İngilizce konuşsunlar diye zorlayamayacağım onları, İngilizce konuşurken ıkınmalarını izleyemeyeceğim, mimiklerine gülmekten katılamayacağım, bir kelime öğreteceğim diye sınıfın içinde onlara 10 dk boyunca tek kişilik tiyatro gösterisi yapamayacağım.
Öğretmenlik böyle bir şey işte, manevi yönü maddi yönünden çok daha ağır basıyor. Gençlerle ve çocuklarla çalışmak her zaman yetişkinlerle çalışmaktan daha çok tatmin ediyor insanı. Acaba diyorum bu bir yıl içerisinde hayatlarında herhangi bir değişikliğe, düşünce yapılarında herhangi bir gelişmeye sebep olabildim mi? Beni ileride iyi bir şekilde mi anacaklar, yoksa yeni öğretmenleriyle tanışır tanışmaz unutacaklar mı?
Ne olursa olsun, onlar beni çabucak unutsalar da ben onları uzun süre unutamayacağım.
Biliyorum...
Biliyorum...
Subscribe to:
Posts (Atom)