Tuesday, 26 February 2013

Bir takım prototip algılarımız v.2

Aylar önce aynı konuyla ilgili şunları yazmış (saçmalamış) ve fakat yeterince tatmin olmamıştım. Bu nedenle, yepyeni insan prototipleriyle huzurlarınıza döndüm. Bilincimin akıcı şekilde saçmalayışını mazur görerek okuyacağınızı temenni ediyor ve izninizle başlıyorum.

Patates Tip: Güzel, dolgun ve ekseriyetle kilo almaya müsait, hafif kemçük (Umut Sarıkaya deyimiyle çemçük) ağızlı kişiler bu kategoriye girer dostlar. Sırt üstü yatırınca gözlerini kapayan oyuncak bebekler vardır ya, onların canlanmış versiyonunu andırabilitesi yüksek insanlardır. Örneğin Katy Perry bu grup için harika bir örnektir. Hatta itiraf edeyim bu tip insanları incelemeye başlamamdaki çıkış noktam Katy Perry'dir. Two and a Half Men'de "Rose" karakterini canlandıran Melanie Lynskey de dolgun vücudu ve kemçük ağzıyla bu gruba dahil olabilir.

Katy Perry

Sivrisinek Tip: Aslında sivrisinek diyince hemen herkesin kafasında belli bir şema şekilleniyor diye düşünüyorum. Ama acaba sizin kafanızdakiyle benim kafamdaki prototip aynı mı? Sibel'le ben bu konuda biraz ayrı düşüyoruz. Onun imgelemleri Filiz Akın'ı gösterirken, benimkiler Hadise'nin bu yıl verdiği kilolardan dolayı sahip olduğu yepyeni görünümde takılıyor. Filiz Akın yüz hatlarından dolayı sivrisinek izlenimi uyandırıyor mu? Evet. Ama Hadise'nin şu son, zayıf hali tam bir sivrisinek. Bazı insanlar aşırı zayıflamamalı arkadaş, yakışmıyor.

                                 


Mıymıy Tip: Eğer size, zamanında Yaprak Dökümü'nde Sedef karakaterini canlandıran Seda Demir'i hatırlatırsam "mıymıy" derken nasıl bir prototipten bahsettiğimi şıppadanak anlayacaksınız biliyorum. Her an ağlayacakmış gibi bir yüz ifadesi; kendini acındırır tonda, acı çekiyormuşcasına titreşen ses vurgusu, "ben acizim" diye haykıran bakışlar... İşte bu tip, illet olduğum kadın tipi. Bunlar bu şekilde mi doğuyor, yoksa sonradan mı buna dönüşüyorlar merak ediyorum. Hayat tecrübeleri onları, "kendini başkalarına acındırabildiğin ölçüde başarılı olursun" gibi bir fikre mi ikna ediyor anlayabilmiş değilim. Bence benim, çoğu tanıdığım tarafından eleştirilen, soğuk, duygusuz, ifadesiz bakışlarım bile bundan daha iyidir. Nokta. (Bu arada, bu oyuncu kardeşimiz son zamanlarda İntikam dizisinde, yine prototipiyle müsemma bir karakteri canlandırıyor.)

Seda Demir

G.t Çeneli Tip: "Aa ben bunu biliyorum Berdan Mardini lan bu!" diye atlangoçluk yapanlar doğru tahmin ettiniz, Berdan Mardini bu kategorinin önde bayrak sallayanıdır. Çenesi adeta Pitbull kliplerinde oynayan Brezilyalı sambacıların popolarıyla yarışacak ölçülere sahiptir, kabul edelim. Bunun yanı sıra yurdum genç kızlarının son yıllardaki gözdesi Murat Ünalmış biraderimizi de üzülerek bu prototipin içerisine dahil etmek zorunda kalıyoruz. En nihayetinde o da bariz "g.t çeneli" bir ademoğlu. Amma velakin, "g.t çeneli" diyince benim aklıma ilk önce, herkesten önce, dünyalar tatlısı Ben Affleck gelir. Bunun altında yatan gizli neden sanırım, bir zamanlar South Park'ın bir bölümünde (bütün bölüm boyunca) Ben Affleck'i, Ben 'Ass'leck diye çağırmış olmaları. Lakin bu abimizin çene yapısı da yadsınamayacak derecede g.te benziyor, itiraf edin.

Ben Affleck

Düğme Gözlü Tip: İşte bu tip var ya, bunun için evler-arabalar satılır, dünya yakılır söyliyim! Game of Thrones'un Jon Snow'unu düşün mesela (Kit Harrington). Düşün, düşün, düşün hah şimdi kal orda! Minik, kara göz küresini sana dikmiş bakıyor. Anammm! Biz Kenan İmirzalıoğulu'nu da bu kategoriye alalım, o da düğme gözlü, güzel gülüşlü adamlardandır zira. Hatta kurban olduğum rabbim nasip etmeyecekse, bizi onun o sihirli gülüşünden uzak tutsun inşallah! (Amin!)

Kit Harrington


Bir, çok gereksiz, saçma ve vakit kaybı tespitin daha sonuna geldik canlar. Devamının gelmemesi dileğiyle, hepinizi öpüyorum...

Sunday, 17 February 2013

Rodos heykelinin apış arasından geçmek


Ne zaman Yüzüklerin Efendisi-Yüzük Kardeşliği'ni izlesem, yüzük taşıyıcılarının Ayrık Vadi'den ayrılırken kayıklarla nehirde gidişleri esnasında arasından geçtikleri iki dev heykel bana Rodos Heykeli'ni anımsatır. Dünya'nın 7 Harikası içerisinde bana en ihtişamlı gelen odur nedense. M.Ö 226 yılında, zerre teknoloji yokken insan eliyle öyle bir heykelin yapılması bana inanılmaz geliyor. Ya da ben, o tarz yeteneklere sahip olmadığımdan sanatı fazla abartıyorum.

Rodos heykelinden kısaca bahsedeyim kulaktan dolma bilgilerimle. Makedonya'ya karşı özgürlük mücadelesi veren Dorian halkı savaşı kazanıp Rodos adasına hakim olunca, güneş tanrısı Helios'a şükranlarını sunmak için Rodos limanının girişine Helios'un bronzdan heykelini yaparlar. Heykel 32 metre yüksekliğindedir ve söylentilere göre bacakları limanın iki ucunda açık durmaktadır.

Hah işte olay tam burada başlıyor. Gemiler, kayıklar, tekneler, yatlar limana girerken (efsaneye göre) heykelin iki bacağının arasından geçermiş. Ben merak ediyorum, alttan geçerken heykelin apış arasına bakıp sırıtmayan var mıdır; ya da utanıp bakmayan, geçene kadar başını önüne eğen filan? Çünkü günümüz insanının bu tarz bir heykele vereceği iki tepki böyledir; bir üçüncüsü de hiç yokmuş, orada değilmiş gibi kayıtsız davranmaktır ki bu da ikinci tepkiyle hemen hemen aynı durum gibi.

Düşünsene, Floransa'daki Davut heykelinin resimlerine bakarken bile heykelin cinsel organı görünmüyormuş gibi davranmıyor muyuz? Gerçi heykeli yerinde görmeye giden Asyalı (herhangi bir millet olabilir) vatandaşların alttan parmak şıklatarak heykele "cüccük" hareketi yaparken gizlice fotoğraf çektirdiklerine adım gibi eminim ama...

Şimdi diyeceksiniz ki, "senin için fesat, heykelin her uzvunu nakşetmiş olamazlar ya, bazı kısımlar itinayla gizlenmiştir." E al buyur o zaman binlerce yıldır anlatılagelen tariflere göre heykel şuna benzer bir şeymiş:

Dosya:Colossus of Rhodes 1745.jpg

Bak arkadaşım bunu ben çizmedim, zaten Rodos heykeline dair zilyonlarca çizim var ortada, hatta bir tanesi de Salvador Dali'ye ait. Aha işte Dali abimizinki de bu.

Sonra bir de bu var:


Yani her türlü, laf dönüyor dolaşıyor apış arasından geçerken insanların verdiği tepkiye geliyor bir şekilde. Misal ben geçsem, hiç oralı olmam, ayaklarını filan incelerim, heykelin yapıldığı bronzun kalitesini tartışırım çevremdekilerle, neticesinde utangaç bir yapıya sahibim, heykel de olsa bakmam orasına burasına.

Keşke inşa edilişinden 50 yıl sonraki büyük depremde yıkılmasaydı da günümüze kalsaydı heykel. Rodos yönetimi yıkılan parçaları eritip, depremde oluşan hasarı telafi etmek amaçlı para basmış. Kalanlarla da harabeye dönen adaya saldırması muhtemel düşmanlardan korunmak için silah yapmışlar. Heykelin sadece dizlerinden aşağısı kalmış limanın iki yakasında. Onu da, adayı işgal eden Araplar parçalayıp Musevi bir tüccara satmışlar, öyle diyolla...

Günümüzde ABD'deki Özgürlük Anıtının da Rodos heykelinden esinlenerek yapıldığı rivayet edilir. Emperyalizmin kanında var güzel şeyleri taklit edip kendisininmiş gibi pazarlamak zaar...

    


Saturday, 16 February 2013

Yapılacaklar listesi (vol: 34565768433278)

Ben, her dönemin başında, kafamda bir "yapılacaklar listesi" oluştururum ve bunu uygulamaya çalışırım. Misal geçen dönemki listemde yalnızca "bunalımdan çık ve hayatına devam et" şıkkı vardı. Yine de listeyi birazcık daha genişletmeyi başarmıştım.

Bu döneme de yine ağır bir bunalımla başlamış olabilirim (bak işte bu çok şaşırtıcı), ama yapılacaklar listem biraz daha kabarık. Yaşımın ilerlemesinin de verdiği bir acelecilikle (buna ben bile sesli güldüm) yapılacakları geniş tuttum. Gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğim zamanıma, enerjime ve en çok da benim kararlılığıma bağlı en nihayetinde.

1. Ehliyet al
Yıllardır sırf ya üşengeçlikten, ya parasızlıktan, ya da "aman araba mı alacağım sanki, ne acelem var" mantalitesinden ehliyet almayı erteleyip durmuştum. Artık vakti geldi, belki hiçbir zaman arabam olmayacak ama hazırda bir ehliyetim olması şart (bence).

2. Spor yap
Kasım'da bir hevesle başlayıp Ocak'ta "bu soğukta kim yürüycek oraya kadar yeaa!" diyerek savsakladığım ve sonunda tamamen bıraktığım pilatese tekrar başlamalıyım. Pilatese devam etmesem bile en azından kendimce bir çalışma takvimi çıkarmalı, onu uygulamalı, hatta belki düzenli olarak Ebru Şallı'nın "flex-point" hareketlerinden yapmalıyım.

(pilates topuyla en rahat yaptığım hareket bu idi)


3. İşine asıl
İşime daha fazla asılmam lazım. Zihnini ona kanalize et, kendini gereksiz yere meşgul edecek düşüncelerden arın.

4. Alışveriş konusunda mantıklı davran
Alışveriş manyağı bir insan değilim, ekseriyetle ihtiyacım olmayan şeyi almama taraftarı ve uygulayıcısıyım ama bazı konularda bu prensibimi bozabiliyorum. Örneğin 545576870890 tane rujum olmasına rağmen illa ki brinin bir ton açığını, ya da koyusunu almaya yeltenmemeliyim. Sonuçta malum rujlar kutunun içerisinde siftah dahi yapılmadan öylece duruyorlar ve benim sürdüğüm iki farklı nemlendiriciden başka bir şey değil. Her gördüğüm ruja saldırmam aptalca, sanki bana bir Angeline Jolie, bir Miranda Kerr oluyorum onları sürünce! Al buyur, şu yazıya tekrar bir göz at mesela.

Ayrıca daha fazla mini straplez elbise almaya kalkarsam biri iki tokat atıp beni kendime getirsin. Gebze gibi yerde giyip sokağa çıkamayacağın şeyi alıp dolaplarda çürütmenin mantığı nedir? Topuklu giymediğin sürece onları da giymeyeceksin işte, bunu bir kafana sok!

5. Eğitime yoğunlaş
Bu konuda da ilerleme kaydetmem gerekiyor. Biri de çıkıp demiyor ki, hazır boş boş oturuyorsun, bari sınavlara girip hem kendimi dene, hem de yüksek lisans konusunda (yapmayacaksan bile) belli ölçüde bir atılımda bulun. Hadi beni s..tir et, etrafımda bir tane bile mantıklı gaz verecek adam yok mu lan?!

6. Sabır göster
Okulda öğrencilere, velilere; sokakta diğer insanlara, sürücülere, faşistlere; haberlerde izlediğim politikacılara, aptal programlara; hayatının içerisinde mesnetsiz insanlara sinirlenerek kendini harap etme. Hayata daha hoşgörülü bak, insanlara sabırla yaklaş.

7. Küfür etme
İçinden bile olsa daha az küfür et (hiç yapma demiyorum, hobi olarak yine yapsasassdfsghjk).

8. İnsanlarla iletişim konusunda titiz davran
Sinirlenmek istemiyorsan, cinsiyetçi faşizmi futbolla harmanlayan kalifiye o...pu çocuklarıyla her türlü irtibatı kes. Ayrıca bir önceki maddeyi kaldır, daha şimdiden bozdun kendi koyduğun kuralı (az evvel BJK maç sonucunu öğrenince ve yapılan yorumları okuyunca tutamadım kendimi).

9. Kilo al
Bunalımdayım dedim ya, şu son bunalımlı 5 günde kaybettiğim kilonun bir kısmını alsam iyi olur, benim sıfır beden takıntım olabilir ama bir deri bir kemik halim gerçekten hiçbir şeye benzemiyor (az önce aynada kendime şöyle bir baktım da, ı ıh) 32 beden pantolonumun içerisinde her türlü sığabildiğim sürece sorun yok. Ayrıca 34 beden iyidir, 34 candır...


An itibariyle ekranda gördüğüm kadarıyla, zayıf bedenim asık suratımla birleşince tam bir canlı cenaze, bir zombi, Walking Dead dizisinden fırlamış bir figüran izlenimi yaratıyorum kendimde.

10. Sağlığını ihmal etme
Bunun için önce psikolojimi düzgün tutmak zorundayım, çünkü ne zaman psikolojim bozulsa (ki bilirsiniz sık sık bozulur) sağlığımı ihmal eder, kendimi adeta ölüme terkederim. Gerçi en önce yazmam gereken maddeyi en sona yazarak sağlığıma verdiğim önemi de vurgulamış(!) oldum ama artık daha dikkatli davranacağım. Mesela bugün yaptığım gibi yeni yıkanmış, hafif nemli saçlarla buz gibi açık havaya çıkmayacağım bir daha. Aha da buraya yazıyorum!

Listemi oluşturan kavramlar şimdilik bunlar. Hayatın akışına göre örneklendirmeye, gerçekleştiremediklerimi çıkarmaya, yeni maddeler eklemeye devam ederim diye umuyorum.


Friday, 15 February 2013

Kontakt lens

Öncelikle "kontakt" sözcüğünün, o minnacık zara neden eklendiğini çözebilmiş değilim henüz. Ama kontakt diyince o minik, sevimli, narin maddeler gözümde tüm hassasiyetini yitiriyor önceden belirteyim. Gözle kurulan içli dışlı "bağlantı" mıdır o sözcüğü oraya monte etmenizin sebebi ey bilim insanları, açıklayın!

16 yaşımdan itibaren yanlış teşhise ve vurdumduymazlığa kurban gitmiş olan göz tembelliği hastalığımın hipermetropi ile kaynaşmasının ve bir süreliğine düzensiz de olsa gözlük kullanmamın ardından tanıştığım edevattır kontakt lens.

Kontakt lensle ciddi düşünmemi sağlayan Şule oldu. O da lens kullanıyordu, ama onun göz bozukluğu gayet yaygın  ve tedavisi halihazırda mümkün olan miyoptu. Benimse tamamen genlerimden gelen ve 18 yaşıma kadar farkedilmeyen göz tembelliği derdim vardı. Hobbit misali kısa boylu oluşumu saymazsak, kalıtsal tek büyük kusurum sanırım bu.

15-16 yaşlarımdayken okumakta zorlandığımı, okurken bir süre sonra gözlerimin bulandığını farketmeye başladım. Fakat gel gör ki o sıralar ergenler arasında gözlük kullanmak "havalı" bir durum teşkil ettiğinden, gittiğim göz doktoru beni üstün körü muayene edip dinlendirici gözlük yazıp yolladı. Çünkü uzağı görmekle ilgili bir sıkıntım yoktu, o halde problem de yoktu. Ben eciş bücüş fiziksel yapıma, beni olduğumdan çok çok çok daha küçük gösteren yüz tipime biraz mana katmak amacıyla gelmiştim doktora ve benimle zaman kaybetmemeliydi doğal olarak.

Problemin gittikçe arttığını farkeden tek kişi bendim ama derdimi aileme de anlatamadım bir türlü. Onlar da, tıpkı doktor gibi benim ergence şımarıklıklar içerisinde olduğumu düşünerek sorunumla fazla ilgilenmemeyi tercih ettiler. (Ulan o yaşta insan çevresinden harbi harbi, "ölü taklidi yapın gider" muamelesi görüyor!)

18 yaşımda gittiğim doktor dinlendiricimin derecesini biraz daha artırdı ve beni başından savdı. Başından savarken de bende göz tembelliği olduğunu, bunun genetik olduğunu ve en geç 9 yaşında tedavi edilmesi gerektiğini, çok geç kalındığını belirtmeden geçmedi, allah razı olsun.

20 yaşımda bir kez daha çaldım başka bir doktorun kapısını, o da yine bana, biraz daha yüksek dereceli miyop gözlüğü vermek dışında bir şey yapmadı. Ama göz tembelliğimden dolayı ileride yakını da göremeyeceğimi dip not olarak belirtti.

Ve ben bu süre zarfında, gözlüğün bana yakışmadığını bildiğimden gözlükleri sadece okurken, yazarken vs. takmaya başladım (çok büyük faydası olacakmış gibi). Ve bir şeyler, birileri beni gözlükleri düzenli kullanmazsam ileride daha büyük problemlerle karşılaşacağıma ikna etti, ama ben düzensiz gözlük kullanımına devam ettim, ki çoğu arkadaşım benim gözlüklü halimi hatırlamaz, bilmez. Öyle bir durum neredeyse hiç yoktur hatıralarında. Düşün ki benim hatıralarımda dahi yok denecek kadar azdır.

Tutak'a giderken gözlerimle ve görme yeteneğimle ilgili verdiğim ciddi mücadele, lens kullanmayı deneyimlemem gerektiğini ufak ufak bilinç altıma yerleştirdi. Şule'yle tanışıp onun da bir lens kullanıcısı olduğunu öğrendiğimde kesin kararımı verdim.

Ağrı'da gittiğim doktor gözlerimi etraflıca muayene ettikten ve bana göz tembelliğiyle ilgili detaylı bilgi verdikten sonra bir kağıda lens derecemi yazdı. Gözlük derecelerinden ve miyoptan daha farklı olduğunu, bu yüzden numaraların yüksek göründüğünü ama aslında göz problemimin çok ileri seviyede olmadığını anlattı.

İlk lenslerimi Erzurum'dan aldım. Kullanmayı beceremeyeceğimi, bir süre sonra onlardan da gözlük gibi vazgeçip kaderimle baş başa kalacağımı düşündüm ilk başlarda. Aradan üç yıl geçti, lenslerimle yaşamaya devam ediyorum. Sahip olduğum hipermetropinin sadece okumamı güçleştirecek seviyede olduğunu lensleri çıkardığımda farkediyorum. E zaten benim için en büyük dert okuyamamak değil mi?

Tamam haklısınız, bir Cemil Meriç değilim ki okuma aşkı uğruna gözlerimin ferini kaybedecek raddeye ulaşayım. Ama okumak güzel be arkadaşım, sayfalara gözlerini kısmadan bakmak, harfler birbirine karışmadan onları seçebilmek çok güzel.

Bunun dışında, hanginiz bana dünyada net görülmeye değer şeyler kaldığını anlatırsa anlatsın, ikna olmam...


dev lensleriyle Lady Gaga

Friday, 1 February 2013

Good old days and more...

As I told you before, my friends, I burned all my diaries in a big cheese can deliberately.

Today I want to confess that 2 of them were full of just one "person". But he's not the reason of burning them cruelly of course, but what made me write this is, him again, after 12 years. My teenage platonic :)

The pages about him were flew away for me 12 years ago (even before "the great diary fire") but he was my friend, and on holidays, somehow I was coming across with him. The last time was on facebook about three years ago, I don't even remember who added who first. After a brief "hi" and "chitchat" I got him out of my mind 'cause I was desperately in love with another one (in my twenties think about that).

Two months ago, we came across with a photo competition on god damn facebook. He had a photo needed to be voted, and I helped him for this. We started to talk again from old days, good old days. And I didn't confess him that he was my "platonic" once. I didn't need to, as I nomore have the same feelings. And so few people knew abot him, 'cos he was one of my best friend's exboyfriend. Oh dear I feel like I'm in a teenage soup opera now. (Actually I had a adolescence which tastes like soup opera :) ) Or... some kind of a Gossip Girl drama.

We had longer chitchats, longer conversations but I had very very little enthusiasm to talk to him. But in a little while I realised that he had more. I never wish to hurt people's feelings, especially if I believe their goodwill.

Whenever we talked, I was shouting inside "why didn't you come 12 years ago? I was so close to you, so helplessly in love" He couldn't of course, as he was (now we go back to the beginning) my best friend's ex-boy-fri-end...

And today, I've done what I never wish to do, I straightly told him not to have any expectations about me. I don't know the reason, I still feel "weird" throuhg the childlike memories he remind me of. What made me decide so fast and so clear? I d-o-n-t k-n-o-w!

What is the reason of this "too little too late" feeling. He has done nothing wrong to me. Except bothering me about my returning date after holiday.

Also, now I clearly realize that, if the old memories still make me think on them, and make me feel sorry about them, I really dont have the talent to leave my past behind. There's no rule for me like "past is past".

Fuck all the memories!