- Annemin, gelecekle ilgili belirsiz bir duruma karşı ümitsizliğe kapılmamamız için sık sık sarfettiği sözdür bu. Hatta ben uzun süre bu atasözünün annemin fabrikasyonu olduğuna inanmıştım. Öyle olmadığını büyüyünce anladım.
Son zamanlarda ben de sık sık kullanır oldum bu sözü. Lakin durum şu ki, annem, benim aksime pozitif, neşeli, güler yüzlü bir insan olmakla birlikte, umutsuzluğa kapıldığı nadir görülmüştür. Demem o ki, annemin umut besleyen cümleler kurması normal, benim bu tarz sözler etmem normal değil. Sanırım hayata pozitif bakamasam da, kaderciliğe doğru kararlı adımlarla ilerliyorum.
- Bugün kendime devasa bir tabak meyve salatası hazırladım ve en azından yarısını yiyebilmeyi başardım. Mutluyum zira meyveden nefret ediyorum, meyve görmek bile yer yer içimi kaldırıyor, ama Allah kahretsin ki hepsi ayrı ayrı birer vitamin deposu, sağlık hangarı. Midem bulanmadan belli miktarda meyveyi sindirebilmiş olmanın haklı gururunu yaşıyorum o yüzden.
- Öf, bir insan kendisiyle ve çevresiyle ilgili bu denli boş ve saçma konuşabilme takatini nasıl bulabilir ya! Eskiden günlüklerime de bu tarz yazardım ve akil yaşlara eriştiğimde icra ettiğim saçmalığın farkına varıp, günlüklerimi yağ tenekesinden bozma bir kömür tenekesinde hunharca yakmıştım. Hatta bunu şurada, bloga yazdığım ilk yazıda belgelendirmiştim hatırlarsanız.
- Aranızda her kim şu yazıda herhangi bir mantık aramaya kalkarsa tiz kellesi vurula! Okuyun sonra, "he he" deyin geçin!
- "Stream of counsciousness" kafasına az kaldı canlar, dayanın!
Tuesday, 30 October 2012
Gelin ata binmiş "ya nasip" demiş
Sunday, 7 October 2012
Bir takım prototip algılarımız
Bazı insanların, diğer insanları tanımlarken yaptıkları benzetmelere şaşırıp kalıyorum. Ben neden bu kadar yaratıcı olamıyorum diye hayıflanıyorum kendi kendime. Sahi ben neden bu kadar düz bir insanım, neden yaratıcı değilim lan!
Lisedeyken Banu'nun insanların dış görünüşlerine ilişkin benzetmelerini dinler eğlenirdim. Üniversiteye gelince Sibel ve Arzu'nun benzetmelerine "mavi ekran" tepkisi vermeye başladım. İşte o metaforlardan aklımda kalanları, yer yer örneklendirerek yazmak için buradayım bugün. Aslında neredeyse bir yıldır bu yazıyı yazmayı planlıyorum ama kısmet bugüneymiş. Here we go!
1. Muşmuş suratlılar: Banu'ya ait bir benzetme olup Kenan-Ozan Doğulu kardeşler gibi prototiplere verilen isimdir. Bu gruba Yalın'ı, Özgün'ü de dahil edebiliriz hatta. Oyuncak ayıcık gibi muşmuş surata, kirli sakal bırakarak elde edilen tiptir (diye düşünüyorum).
2. İçten dolgun kafalılar: Bu Sibel, Emel ve Arzu'ya ait bir benzetme. Yıllardır örneklendirirler lakin hala nasıl bir şey olduğunu kavrayabilmiş, anlamlandırabilmiş değilim. "Kafanın içten dolgun" olmasıyla ilgili bir takım imgeler geçiyor zihnimden ama verdikleri örneklere bakınca taşları bir türlü yerli yerine oturtamıyorum. Bu grubun en önemli temsilcileri Tom Cruise, Eric Bana ve Tiziano Ferro imiş. Allah aşkına bir de siz bakın, bu üç adamın kafa yapısı arasındaki "içten dolgunluk" benzerliği nasıl bir şeymiş, bana da anlatıverin. (Resimler en altta)
3. Bağırsak : Arzu ve Sibel'in"bağırsak" hatta bazen "solucan" diye tabir ettikleri bu tipi bizim sınıftan bir örnek vererek açıklamasalardı yine anlamazdım, ama artık kafamda bununla ilgili kesin bir imgelem bulunmakta, hiç kimseyi tanımasam sınıf arkadaşımı (ismini elbette ifşa etmiyciyim) tanıyorum sonuçta. Ama gözünüzde daha iyi canlandırabilin diye örneklendirmeyi ihmal etmeyeceğim. Hani Öyle Bir Geçer Zaman ki'de avukat Nedim'i canlandıran oyuncu vardı ya, Turgay Aydın, hah işte o "bağırsak tipli"ye cuk oturan bir örnek:
4. Baldwin tip : İsminden de anlaşılacağı gibi bu tip, Hollywood'un ünlü oyuncu kardeşleri Alec, Michael ve Stephen Baldwin'le benzer özellik gösteren tiplere Sibel'in verdiği isim. Andy Garcia da bu prototipe uygun bir örnek. Hatta ben John Cusack'ı da azıcık bu tipe benzetiyorum.
5. Üzüm tip : Hiç tanım yapmadan direkt söylüyorum Ferhat Göçer'dir bu canlar. Adamın "Üzüm"lü şarkısı bile var, meyveyle feci derece özdeş, özellikle siyah üzüm. Ha bir de Öyle Bir Geçer Zaman ki'de "Süleyman"ı oynayan abi var, Recep Benan Bilek, o da tam bir "üzüm"dür.
6. Yılan : Bu tip de tanımlaması yapılmadan direkt örnekle girilmesi gereken tiplerden. Hoş, tanımını yapmaya gerek de yok, gayet ismiyle müsemma, "yılan"a benzeyen insanların içerisinde bulunduğu güruhtur kısaca. Örnek istiyorsanız: Muhteşem Yüzyıl'daki Mahidevran, yani nam-ı diğer Peyker Aşk-ı Memnu'dan. Oyuncunun esas adı: Nur Fettahoğlu merak edenler için. Ayrıca şunu da söylemek isterim ki, Sibel'in de, saçlarını yanlışlıkla kopkoyu kahverengiye boyadığında tam bir "yılan" tipli olmuşluğu var.
7. Anime tip : Japon animelerinden fırlamış gibi görünen tipler vardır ya, işte onlara bu ismi vermeyi uygun gördük. Onlardan biri de benmişim, öyle iddia ediyorlar. Haksız da sayılmazlar, perçemlerimi kaşlarımla aynı hizada, dümdüz kestirdiğimde, animelerdeki mini etekli, ecirik vicirik diye konuşan liseli kızlara benziyorum. (Davranış olarak değil elbette)
Aslında elimde, görünüşlerine göre tuhaf şekilde isimlendirilmiş pek çok tip var. Lakin bunları uyduranlar (Sibel, Arzu, Banu vs.) bu arketipleri henüz somut bir şekilde örneklendiremedikleri için yalnıca yukarıda okuduklarınızla yetinmek zorundasınız!
Bak hele bak, "zorundasınız" da ne demekse...
İçten dolgun kafalılar:
Lisedeyken Banu'nun insanların dış görünüşlerine ilişkin benzetmelerini dinler eğlenirdim. Üniversiteye gelince Sibel ve Arzu'nun benzetmelerine "mavi ekran" tepkisi vermeye başladım. İşte o metaforlardan aklımda kalanları, yer yer örneklendirerek yazmak için buradayım bugün. Aslında neredeyse bir yıldır bu yazıyı yazmayı planlıyorum ama kısmet bugüneymiş. Here we go!
1. Muşmuş suratlılar: Banu'ya ait bir benzetme olup Kenan-Ozan Doğulu kardeşler gibi prototiplere verilen isimdir. Bu gruba Yalın'ı, Özgün'ü de dahil edebiliriz hatta. Oyuncak ayıcık gibi muşmuş surata, kirli sakal bırakarak elde edilen tiptir (diye düşünüyorum).
Özgün |
2. İçten dolgun kafalılar: Bu Sibel, Emel ve Arzu'ya ait bir benzetme. Yıllardır örneklendirirler lakin hala nasıl bir şey olduğunu kavrayabilmiş, anlamlandırabilmiş değilim. "Kafanın içten dolgun" olmasıyla ilgili bir takım imgeler geçiyor zihnimden ama verdikleri örneklere bakınca taşları bir türlü yerli yerine oturtamıyorum. Bu grubun en önemli temsilcileri Tom Cruise, Eric Bana ve Tiziano Ferro imiş. Allah aşkına bir de siz bakın, bu üç adamın kafa yapısı arasındaki "içten dolgunluk" benzerliği nasıl bir şeymiş, bana da anlatıverin. (Resimler en altta)
3. Bağırsak : Arzu ve Sibel'in"bağırsak" hatta bazen "solucan" diye tabir ettikleri bu tipi bizim sınıftan bir örnek vererek açıklamasalardı yine anlamazdım, ama artık kafamda bununla ilgili kesin bir imgelem bulunmakta, hiç kimseyi tanımasam sınıf arkadaşımı (ismini elbette ifşa etmiyciyim) tanıyorum sonuçta. Ama gözünüzde daha iyi canlandırabilin diye örneklendirmeyi ihmal etmeyeceğim. Hani Öyle Bir Geçer Zaman ki'de avukat Nedim'i canlandıran oyuncu vardı ya, Turgay Aydın, hah işte o "bağırsak tipli"ye cuk oturan bir örnek:
Turgay Aydın |
Baldwinler'den iki tanesi |
6. Yılan : Bu tip de tanımlaması yapılmadan direkt örnekle girilmesi gereken tiplerden. Hoş, tanımını yapmaya gerek de yok, gayet ismiyle müsemma, "yılan"a benzeyen insanların içerisinde bulunduğu güruhtur kısaca. Örnek istiyorsanız: Muhteşem Yüzyıl'daki Mahidevran, yani nam-ı diğer Peyker Aşk-ı Memnu'dan. Oyuncunun esas adı: Nur Fettahoğlu merak edenler için. Ayrıca şunu da söylemek isterim ki, Sibel'in de, saçlarını yanlışlıkla kopkoyu kahverengiye boyadığında tam bir "yılan" tipli olmuşluğu var.
Nur Fettahoğlu |
7. Anime tip : Japon animelerinden fırlamış gibi görünen tipler vardır ya, işte onlara bu ismi vermeyi uygun gördük. Onlardan biri de benmişim, öyle iddia ediyorlar. Haksız da sayılmazlar, perçemlerimi kaşlarımla aynı hizada, dümdüz kestirdiğimde, animelerdeki mini etekli, ecirik vicirik diye konuşan liseli kızlara benziyorum. (Davranış olarak değil elbette)
Aha bu da ben |
Aslında elimde, görünüşlerine göre tuhaf şekilde isimlendirilmiş pek çok tip var. Lakin bunları uyduranlar (Sibel, Arzu, Banu vs.) bu arketipleri henüz somut bir şekilde örneklendiremedikleri için yalnıca yukarıda okuduklarınızla yetinmek zorundasınız!
Bak hele bak, "zorundasınız" da ne demekse...
İçten dolgun kafalılar:
Friday, 5 October 2012
Popüler kültür çok reröre
Tanımayanlar için kısaca anlatayım: Pucca mahlaslı ablamız da benim gibi alelade bir blogger. Ben takip etmiyorum kendisini lakin duyduğuma göre müstehçen yazılar yazan, cinsel hayatını blogunda afişe eden bir Havvakızı imiş kendisi. Eminim bu kadar tanındığında göre üslubu çok eğlencelidir, takip etsem beni de kendine hayran bırakır. Zaten blogunda yazdığı yazıları derlediği, yayımlanmış iki adet kitabı da var. Ama mesele Pucca'nın ne anlattığı ve nasıl anlattığı; yayımladığı kitabın çok satması veya satmaması değil. Mesele yeni neslin edebiyattan, onun özünden bu kadar kopuk olması, popülarizme "en sevdiğim yazar Pucca" diyecek kadar sıkı bağlanması.
Geçenlerde kardeşim, blogumda yazdığım bir yazıyı okumuş (çok nadir okur blogumu) ve artık kitap çıkarmamın zamanının geldiğine inanmış. Şöyle bir düşündüm ve dedim ki, ben kimim de kitap çıkaracağım lan! Hadi diyelim hasbelkader çıkardım bu eciş bücüş cümlelerimle, yarım yamalak bilgi birikimimle; beni kim okusun da yazdıklarımdan feyz alsın! Diyelim ki okudular, çok beğendiler. Ya kızın biri çıkar da twitter'da "en sevdiğim yazar lacrymosa" derse, ben o kızın ağzını burnunu, kazmanın sapıyla kırmaz mıyım? Sen git, Sabahattin Aliler, Yaşar Kemaller, Halide Edip Adıvarlar dururken en çok lacrymosa denen ağzı bozuk, depresif, sosyopat blog yazarını sev. Adamın g.tünden kan alırlar Kamil kan! (almalılar en azından)
Misal en sevdiği kitapların Bridget Jones's Diary serisi olduğunu, onları tekrar tekrar okuduğunu söyleyen kadınlar da beni ifrit eder. Ben o kitapları okuduğumda 8. sınıftaydım, daha o yaştayken bile yazın hayatıyla ilgili zerre bir şey katmadı bana o kitaplar. Sadece eğlencelik çekirdek hissi yarattılar bende o kadar. Ve düşün ki filmlerini dahi izlemedim "kitapları okudum zaten ne gerek var" diye. Ergen kafasıyla bile zaman kaybetmeyi reddetmişim popüler kültürün en meşhur temsilcilerinden birine karşı, var gerisini sen düşün. Aynı yıllarda okuduğum Duygu Asena kitapları çok daha fazla şey öğretti bana kadın-erkek ilişkileriyle ilgili.
Ha kınıyor muyum ben şimdi Bridget Jones's Diary okuyan, onun hayatından ders çıkaran kadınları, hayır! Kim ne isterse okusun, yeter ki okusun çünkü. Ama değer yargılarımızı belirlerken popülarite yerine kaliteye daha fazla önem verelim istiyorum ben. Harcanan emeğin, dağarcığımıza eklenen bilginin derecesinin farkında olalım.
Sonuç olarak;
Bir paket çekirdek gibi kısa zamanda tüketeceğim kitaplar, filmler, öykülerin hayatımda yer etmesine alışkın değilim ben. Çevremdeki çoğu insanın sıkıcı bulduğu zevklerim var evet, ama hepsinden öğrendiğim, öğreneceğim birçok şey var.
Beni "retro" bulanlar, sıkıcı olduğumu düşünüp uzaklaşanlar için ise, yapacak hiçbir şeyim yok.
Etiketler:
Bridget Jones's Diary,
Duygu Asena,
Elif Şafak,
Halide Edip Adıvar,
kitap,
Lacrymosa,
popüler kültür,
Pucca,
Sabahattin Ali,
twitter,
Yaşar Kemal
Subscribe to:
Posts (Atom)