Friday, 5 October 2012

Popüler kültür çok reröre

"En sevdiğim yazar Pucca" diyen kız prototipleri var sosyal medyada. Onlara denk geldikçe sinir hücrelerimi halının üzerine ifraz ediyorum. Ulan biz burada Elif Şafak'ı üç ayda bir kitap yayımlıyor, Mevlana'nın ekmeğini yiyor diye itin g.tüne sokuyoruz, sen gitmişsin Pucca diyorsun!

Tanımayanlar için kısaca anlatayım: Pucca mahlaslı ablamız da benim gibi alelade bir blogger. Ben takip etmiyorum kendisini lakin duyduğuma göre müstehçen yazılar yazan, cinsel hayatını blogunda afişe eden bir Havvakızı imiş kendisi. Eminim bu kadar tanındığında göre üslubu çok eğlencelidir, takip etsem beni de kendine hayran bırakır. Zaten blogunda yazdığı yazıları derlediği, yayımlanmış iki adet kitabı da var. Ama mesele Pucca'nın ne anlattığı ve nasıl anlattığı; yayımladığı kitabın çok satması veya satmaması değil. Mesele yeni neslin edebiyattan, onun özünden bu kadar kopuk olması, popülarizme "en sevdiğim yazar Pucca" diyecek kadar sıkı bağlanması.

Geçenlerde kardeşim, blogumda yazdığım bir yazıyı okumuş (çok nadir okur blogumu) ve artık kitap çıkarmamın zamanının geldiğine inanmış. Şöyle bir düşündüm ve dedim ki, ben kimim de kitap çıkaracağım lan! Hadi diyelim hasbelkader çıkardım bu eciş bücüş cümlelerimle, yarım yamalak bilgi birikimimle; beni kim okusun da yazdıklarımdan feyz alsın! Diyelim ki okudular, çok beğendiler. Ya kızın biri çıkar da twitter'da "en sevdiğim yazar lacrymosa" derse, ben o kızın ağzını burnunu, kazmanın sapıyla kırmaz mıyım? Sen git, Sabahattin Aliler, Yaşar Kemaller, Halide Edip Adıvarlar dururken en çok lacrymosa denen ağzı bozuk, depresif, sosyopat blog yazarını sev. Adamın g.tünden kan alırlar Kamil kan! (almalılar en azından)

Misal en sevdiği kitapların Bridget Jones's Diary serisi olduğunu, onları tekrar tekrar okuduğunu söyleyen kadınlar da beni ifrit eder. Ben o kitapları okuduğumda 8. sınıftaydım, daha o yaştayken bile yazın hayatıyla ilgili zerre bir şey katmadı bana o kitaplar. Sadece eğlencelik çekirdek hissi yarattılar bende o kadar. Ve düşün ki filmlerini dahi izlemedim "kitapları okudum zaten ne gerek var" diye. Ergen kafasıyla bile zaman kaybetmeyi reddetmişim popüler kültürün en meşhur temsilcilerinden birine karşı, var gerisini sen düşün. Aynı yıllarda okuduğum Duygu Asena kitapları çok daha fazla şey öğretti bana kadın-erkek ilişkileriyle ilgili.

Ha kınıyor muyum ben şimdi Bridget Jones's Diary okuyan, onun hayatından ders çıkaran kadınları, hayır! Kim ne isterse okusun, yeter ki okusun çünkü. Ama değer yargılarımızı belirlerken popülarite yerine kaliteye daha fazla önem verelim istiyorum ben. Harcanan emeğin, dağarcığımıza eklenen bilginin derecesinin farkında olalım.

Sonuç olarak;

Bir paket çekirdek gibi kısa zamanda tüketeceğim kitaplar, filmler, öykülerin hayatımda yer etmesine alışkın değilim ben. Çevremdeki çoğu insanın sıkıcı bulduğu zevklerim var evet, ama hepsinden öğrendiğim, öğreneceğim birçok şey var.

Beni "retro" bulanlar, sıkıcı olduğumu düşünüp uzaklaşanlar için ise, yapacak hiçbir şeyim yok.


1 comment:

cecilia said...

fazlasıyla haklı olduğunu düşünüyorum :)