Evet biliyorum, farkındayım zaman zaman hepimiz tuhaf rüyalar görüp, uyandığımızda bilinç altımıza hayret ediyor, hatta belli bir süre bu rüyaların etkisi altında kalabiliyoruz. Hatta okuyanlar bilirler benim bilinç altım da uyurken ibretlik senaryolar canlandırır zihnimde. Şurada ve şurada anlattıklarım bunlardan ve uyandığımda tamamını hatırladıklarımdan yalnızca ikisi.
Bu (aslında dün evet) akşamüstü kanepede yattığım yerden Penguen okurken, sıcaktan zaar, feci derecede uyku bastırdı. Şuracıkta azıcık kestireyim dememle dalıp gitmem bir olmuş. Kafamın içinden bir iki belirsiz imge geçtikten sonra kendimi evde görüyorum. Evin içerisinde bir takım düzenleme, pencere önlerinde bir kaç peyzaj işleri yapıyorum. Sürekli odadan odaya koşturuyorum, çok meşgulüm anlayacağınız.
Neden sonra, elime anahtarımla cüzdanımı alıp, hiç üzerimi değiştirmeden, saçımı başımı toparlamadan, evde giydiğim alelade şort ve göbeğinde çamaşır suyu lekesi olan tişörtümle sokağa çıkıyorum. Meğer evin çok yakınındaki bir mobilyacıya gidiyormuşum. Mobilyacıya borcum varmış onu ödeyecekmişim. Dükkanın kapısının önünde dizili, küçüklü büyüklü, açıklı koyulu masaları, dolapları, komodinleri şöyle bir inceleyerek giriyorum içeriye. Satış elemanı kıza sebeb-i ziyaretimi anlatıyorum beni üst kata, patronun ofisine yönlendiriyor.
Merdivenlerden çıkıyorum, ne kapı ne bir şey, direkt ofise bağlanmış basamaklar. Dükkanın üst katını komple ofis yapmış adam ve zemin boydan boya karamel rengi halılarla döşenmiş. Son basamağı bitirip adımımı halıya attığım andan itibaren burnuma lahmacun gibi, pide gibi ekmeğin üzerine et döşenmiş, baharat boca edilmiş gıda maddesi kokusu geliyor buram buram, yeni yenmiş ve bütün odayı esir almış ağır bir koku. Olduğum yerde bir duraklıyorum, geri dönesim geliyor, ortamın havasızlığı ve karamel renginin kasveti içimi daraltıyor zira.
Patronzade beni görüp, "gel gel buyur" diyor. O çağırınca ben de ortamın kasvetini incelemekten vazgeçip adamın yüzüne bakıyorum, RECEP TAYYİP ERDOĞAN! Mobilya dükkanının sahibi oymuş meğer. Ama sanki sıradan bir esnaf görmüşcesine şaşırmadan ilerliyorum masasına doğru. "Size borcum vardı onu kapatmaya geldim." diyorum, yüzüne bakmadan masanın üzerindeki kağıt, kalem, defter, delgeç, zımba vs gibi edevatları incelerken. Bu tipik ofis eşyalarının yanında, orta boy poşet içerisinde dürüm halie getirilmiş ve yarısı yenmiş bir lahmacun parçası, içerisindeki mor lahananın suyunu yanına akıtmış ölü gibi yatıyor. Cüzdanıma davranıyorum, o anda bir adam giriyor içeriye, hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor, bizim mobilyacı Tayyip kalkıyor masadan, yanına gidiyor, sanki ben yokmuşum gibi adamı yamacına alıyor, ofisin içinde bir aşağı bir yukarı volta atıyorlar ve adam susmaksızın konuşurken bizimki sadece dinliyor. Adam da kim olsa beğenirsiniz, KAMER GENÇ!
Tayyip, Kamer Genç'i dinlerken ben cüzdanımdan çıkardığım çarşaf büyüklüğündeki banknotları saymaya başlıyorum. Mobilyacıya borcum tamı tamına 84 TL imiş. Elimde 90 TL tutuyorum ve paramın üstü olan 6 TL'yi geri alıp bu havasız, kasvetli ve artık Kamer Genç yüzünden bir hayli de gürültülü ortamdan sktirolup gitmek istiyorum. Hayır bakın abartmıyorum, rüyamda da aynen bunu hissettim, yüz ifadem, duruşum, bakışım, her şeyim ortamı acilen terketmek, defolup gitmek, buharlaşmak hissini yansıtıyordu. Patron Tayyip, K. Genç'e usulca bir iki söz söyleyip masasına dönüyor, velakin Kamer Genç bir türlü susmak bilmiyordu, çok dertliydi, mağdurdu, sinirliydi ve susmak bilmiyordu.
O laf kalabalığı arasında elimdeki parayı (90 TL) Tayyip'e uzattım. Elime uzanmak yerine bana masanın üzerini işaret etti, daha da bir sinirlendim ama öfkemi belli etmemeye çalışarak (çünkü ortamı gerip orada bulunma işkencesini daha fazla uzatmak istemiyordum) parayı sert bir şekilde masanın üzerine bıraktım (yine de dayanamamışım). Parayı aldı, benim elimde A4 kağıdı büyüklüğünde görünen mürdüm rengi banknotlar (neden bu renk bilmiyorum) onun elinde küçülüp yeşile dönüştüler. Küçük yeşil banknotları sayıp önündeki dosyanın içine yerleştirdikten sonra çekmeceden altı tane bozukluk çıkarıp bana uzattı. Bir eliyle bana parayı uzatırken diğer eliyle yarım kalmış lahmacununu kavradı ve ağzına götürüp koca bır ısırık aldı, bu esnada hiç yüzüme bakmıyor, muhtemelen Kamer Genç'i dinlemiyor, gözleri masadaki bir takım evrakları incelerken diğer tüm uzuvları lahmacuna odaklanmış görünüyor.
Parayı almıyorum, masanın ucunu işaret ediyorum, şaşırıyor. Ama bunu belli etmekten korkar gibi, yüz ifadesini çabuk toparlıyor ve 6 TLlik bozukluğumu masanın ucuna bırakıyor. "Senedim?" diyorum kısa ve net. Önündeki dosyadan bir senet defteri çıkarıyor sayfalarını hızlıca çevirip, üzerine bir şeyler yazıp imzalıyor ve paraları bıraktığı köşeye koyuyor. Bir elime parayı diğer elimin avcuna sürüklüyor, senedi de katlayıp şortumun cebine tıkıştırıp merdivene doğru ilerliyorum, Kamer Genç hala konuşuyor, patron Tayyip hala lahmacununu kemirmeye devam ediyor...
Son görüntüden sonra uyandım ve farkettim ki babam salonun televizyonunu açık bırakmış, kanalın birinde Kamer Genç bağıra çağıra bir şeyler anlatırken cümlelerin içerisinde sıkça "başbakan", "Tayyip Erdoğan" sözcükleri geçiyor. Ayrıca vantilatörün durmaksızın üfürüşünden başımın sol tarafı hafif uyuşmuş. Kalkıp can havliyle televizyonu kapattım, nedense...
2 comments:
hahhaha !rüya değil kabusmuş yafu !
kabustan beterdi aslında, uyandığımda şakaklarım zonkluyordu ve can havliyle kumandaya sarıldım tv'yi kapatmak için...
Post a Comment