Wednesday, 17 April 2013

Çocukları alabildiğine nefret dolu yetiştirme tüyoları

"Benim 9 yaşındaki kızım..." diye cümlesine başladı müfettiş. "Hani şu fok balığı gibi burnundan konuşanlar var ya, onlardan iğrendiğini söylüyor. 9 yaşındaki çocuk bile o şımarık konuşma şeklinden, o insanlardan nefret ediyor." diye devam etti. 9 yaşındaki kızının bir başka yaşıtından iğreniyor olmasını, bunu rahatlıkla dile getirmesini bir övünç kaynağı olarak bizlere anlatıyor. İfadesi öyle gururlu, duruşu öyle vakur. Sizden "badem bıyıklı" olmasın, öylesine devasa bir de özgüveni var.

Düşündüm ve kendimi onun yerine koydum. Benim çocuğum gelse ve bana, "ben şu şu şu insanlardan iğreniyorum..." dese ne yapardım? Sanırım öncelikle içimden, ağzının ortasına sağlam bir şamar denkleştirmek geçerdi. "Ben seni böyle mi yetiştiriyorum itin evladı! Sen kendini ne zannediyorsun da bir insandan şu şu şu özelliğinden dolayı iğrenme ve bunu utanmadan dile getirme hakkını görüyorsun kendinde?" diye, ağzımdan köpükler saça saça bağırmak isterdim. Ama ne var ki evlat bu, atsan atılmaz, satsan sat...

Öhömmm! Ne diyordum?

Hah işte bizim müfettiş bunu bir övünç kaynağı olarak anlattı ve akabinde çocuklara güzel konuşmayı, Türkçe'yi düzgün kullanmayı öğretmemizi salık verdi. Ben "Türkçe" kısmını duyduktan sonra, "hah benle alakası yokmuş" diyip toplantı salonunun sağ arka köşesinde tekrar uyku pozisyonu almaya hazırlanırken kafamdan geçen o nefret cümleleri zihnimi allak bullak etti.

Bizi denetlemeye gelen adam, güya işinin ehli, güya eğitim-öğretim konusunda uzman olan bu adam içerisinde kin ve nefret barındıran bir evlat yatiştiriyor olmakla gurur duyuyordu. Ve bize de böyle çocuklar yetiştirmemizi, öğrencilerimizi bu yönde eğitmemizi salık veriyordu. Biz ekipcek (Tutku, Asiye, ben -Vildan yoktu, çünkü Diyarbakır'daydı-) dehşete düşmekten alamadık kendimizi. Böyle durumlarda insan kendi ailesini sorguluyor ister istemez, ben nasıl yetiştirildim ki acaba diye çocukluğunu şöyle bir gözden geçiriyor.

Meğer ne kadar steril, nefret barındırmayan bir ortamda büyümüşüm diye düşünmeden edemedim ben de. Kimseyi küçümsemeyen; yaşadığı, gördüğü tüm olumsuzluklara rağmen insanlara nefretle bakmayan; toplumsal, siyasal, kültürel problemlerini çocuklarına ders niteliğinde malzemeler olarak sunmayan bir aile içerisinde barınmışım. Her aile gibi binbir çeşit sıkıntımız vardı ve evin büyük çocuğu olarak her birine tek tek şahit oldum. Lakin ben kimseden nefret etmeyen, kimseyi hor görmeyen, aşağılamayan, hümanist bir çocuk olduğumu, bu özelliği kendiliğimden edindiğimi sanıyordum. Tüm mesele ailede bitiyormuş dostlar.

Bir çocuk nasıl doğuştan nefret dolu olabilir ki? Bir insan doğduğundan itibaren yüreğinde aşağılama, tiksinme duygusuyla varolabilir mi? Bunun için ya belli başlı kötü deneyimlerden geçmiş olmalı, ya da ona o şekilde yaşaması öğretilmelidir.

İşte bu iki temelde de aile devreye giriyor. Bazı çocuklar olumsuzluklara aile içerisinde maruz kalıyor ve yaşantısı kötü örneklerle besleniyor. Bazılarına ise "öyle" olmaları gerektiği öğretiliyor. Aileler iyi öğrenim görmüş olabiliyor ama birey yetiştirme konusunda sınıfta kalıyorlar.

Yani o tecrübeli, işinde uzman, tahsilli müfettiş; benim taşralı, öğrenim düzeyi orta halli, doğduğundan itibaren geçim sıkıntısı mücadelesi vermiş anne-babam kadar bile eğitimli değil aslında. Zaten şu Dilovası'na geldim geleli öğrendiğim yegane şey, eğitim yalnızca okulda alınabilen bir şey değil.

O yüzden, annemle babama, çocuk yüreğime yerleştirdikleri tüm iyi duygulardan dolayı teşekkür ediyorum. Sizden daha iyisine sahip olamazdım...


Dipnot: Farkettiyseniz yazının başlığının konuyla fazla alakası yok, tamamen teşir amaçlı.




No comments: