Farkettim ki, yıllar önce buraya yazdığım şu yazıda dostlar, Bukowski'ye haksızlık etmişim. Sanırım bu, onunla hayatımın çok da erken olmayan bir evresinde tanışmamdan ileri geliyor. Zira gençliğimde, her ne kadar feminist olsam da, sanırım yazarların içsel yansımalarına ve edebi kişiliklerine karşı daha hoşgörülüydüm.
Aradan yıllar geçtikçe hem içimdeki iflah olmaz hümanisti öldürdüm, hem de insanlara karşı daha tahammülsüz oldum sanırım. İtiraf edeyim ki bu iki kötü özelliği mesleğime de yansıtmaya başladım ve daha da kötüsü, bundan hiç rahatsız değilim.
Bukowski'ye dönecek olursak, Kadınlar'ın ardından onu okumaya 1 yıl kadar ara verdim. Çoğunlukla, okuduğum ilk romanını sevmediğim, görüşlerinden rahatsızlık duyduğum yazarların diğer kitaplarına dönüp bakmam bile. Ama, neden bilemiyorum, içimde bir dürtü Bukowski'ye bir şans daha vermemi söyledi. Belki de satır aralarına sıkıştırdığı ve üzerinde düşündükçe farketmeye başladığım toplumsal duyarlılığı beni buna itti.
Böylece Factotum, Sıcak Su Müziği ve Pulp'ı da okudum. Yazara gerçekten haksızlık etmişim! Tek bir romanından dolayı önyargılı davrandığım için pişmanlık duyduğum çok az yazardan biri haline geldi Charles Bukowski. Çok basit hayatları, basit bir dille anlatarak çürümüş sistemin derinlerine inişine yer yer hayran kaldım çünkü.
Üzerine uzun uzun konuşmak, uzun uzun yazmak isterim, ama bu cuma akşamında henüz, Bukowski felsefesine soyunacak kadar güzelleşmedi kafam. Keşke alkol stoğum biraz daha fazla olsaydı. İşte o zaman tam Bukowski kafasında yazardım ki benim gibiler okumasın...
No comments:
Post a Comment