Ben sadece yüzüne baktım, manasız, düz. Herhangi bir duygu belirtisi gösterirsem belki anlatmaktan vazgeçer diye korkup öylece baktım yüzüne.
"Olmuyor." dedi. Anlamamış gibi hafif kıstım gözlerimi, açıklama beklediğimi göstermek için başımı belli belirsiz yana eğdim. Devam etti anlatmaya:
"O kadar yakınımdayken aslında ne kadar uzak. Arada dikenlerden örülmüş bir sınır, elimi her uzatışımda avuçlarımı kanatıyor." diyip önündeki kadehten bir yudum aldı. Başı öne eğik... Gözleri masadaki bir noktayı inceliyordu. Sanki onu onaylamamı bekliyor, ama tek laf etmemi de istemiyor gibiydi.
Ben susmaya devam ettim... Böyle durumlarda ne söyleyeceğimi bilemem hiçbir zaman. Ağzımı açtığımda karşımdakinin içini ısıtacak şeyler söylemeyi beceremem çünkü, sırf konuşmuş olmak için konuşmaktan da oldum olası nefret ettim. O yüzden... Ben susmaya devam ettim.
"Ne zaman ismini biraz yüksek sesle telaffuz etsem midemden boğazıma doğru bir şeylerin hücum ettiğini hissediyorum. Adını, herhangi bir sözcük gibi cümle içinde kullandığımda bile göğsümün içinde kabaran şeyi yatıştırmakta zorlanıyorum." diye devam ettiği anda göz pınarında intiharı bekleyen damla, burnunun kenarından aşağı doğru, aniden süzülüverdi. İşaret parmağının tersiyle nazik bir hareket yapıp yok etti damlanın akıp giden cesedini yanağından.
"Yıllar geçiyor, ama göğsümdeki sancı geçmiyor. Birileri adını andığında irkiliyorum. Bir isim, bir insan değil o, sadece bir sözcük, alelade bir sözcük, diye düşünmeye zorluyorum zihnimi. Ama o bile çoktan pes etmiş. Yüreğimle savaşmaktan vazgeçmiş."
Dinlemeye devam ettim. Ama aslında sussun istiyordum. Daha fazla devam etmesin. Anlatmasına değil de, yüzünde gördüğüm hüzne dayanamıyordum. Gözlerinin neminden göz bebeklerini seçemeyişime içleniyordum. Susmadı...
"Keşke bilmesem, ben onunla doluyken, onun da başka bir sözcükle dolup taştığını. Her gün o sözcükle güne başlayıp, onunla gülüp, içip, onunla ağladığını. Keşke hiç bilmesem..."
Şimdi ben ne desem de teselli etsem, gözlerindeki yaşı neyle dindirsem diye çırpınıp duruyordu içim; ama dışım taş kesilmiş, hareketsiz dinliyor söylediklerini. Gözlerim hala, o kadar yaşın içinden seçmeye çalışıyor göz bebeklerini.
Başımı biraz yukarı kaldırıp dudaklarımı araladım, tam konuşmaya çalışacaktım ki, "Boşver dedi. Ne desen boş çünkü. Ve biliyorum, konuşamaz insan benim gibisine, kendisine söz geçiremeyene. Yorma kendini, hadi kaldır kadehini ve yudumla içkini..."
"O zaman akıl sağlığımıza içelim." uzun zamandır kurduğum ilk ve son cümleydi.
"Keşke bilmesem, ben onunla doluyken, onun da başka bir sözcükle dolup taştığını. Her gün o sözcükle güne başlayıp, onunla gülüp, içip, onunla ağladığını. Keşke hiç bilmesem..."
Şimdi ben ne desem de teselli etsem, gözlerindeki yaşı neyle dindirsem diye çırpınıp duruyordu içim; ama dışım taş kesilmiş, hareketsiz dinliyor söylediklerini. Gözlerim hala, o kadar yaşın içinden seçmeye çalışıyor göz bebeklerini.
Başımı biraz yukarı kaldırıp dudaklarımı araladım, tam konuşmaya çalışacaktım ki, "Boşver dedi. Ne desen boş çünkü. Ve biliyorum, konuşamaz insan benim gibisine, kendisine söz geçiremeyene. Yorma kendini, hadi kaldır kadehini ve yudumla içkini..."
"O zaman akıl sağlığımıza içelim." uzun zamandır kurduğum ilk ve son cümleydi.
No comments:
Post a Comment