İdeolojik açıdan illet olduğum iki tür insan vardır: biri, kime işi düşerse onun tarafındaymış gibi davranan, kendi öz fikirlerini açıkça belli etmekten it gibi tırsan, bukalemunvari insan; diğeri, sırf çevresindeki insanlar onu aralarına kabul etsinler diye onlarla aynı fikirleri paylaştığına dair kanıtlar göstermeye çalışan ezik!
İkisi birbirine çok benziyor, fakat birbirlerinden ince bir çizgiyle ayrılıyorlar. Şöyle ki: ilkinin düşüncesini bilemezsiniz, çünkü tartışmaz, anlatmaz, fikrini belirtmez. Sadece dinler, sığır gibi bakar, susar. Şayet siz, yeterince dikkatli bir gözlemciyseniz belki onu tanıdıkça çözersiniz kişilik yapısını, fikir dünyasını, ama o kendisi, sanırım sırf tepki alacağından korktuğu için açmaz size dünyasını. Herkese "he" der geçer. "ya öyle diyosun da, bi de şu açıdan bak..." demeye bile g.tü yemez. Safi kaypaklık!
Diğeri sizin fikirlerinizi öğrendiği anda başlar yazmaya, hobaaaa onun da sizinle aynı anıları olmuştur, o da sizle aynı tür arkadaş ortamlarına girmiştir. Vay anam ne maceralar ne maceralar! Keşke girdiği o arkadaş ortamlarından bir şeyler öğrenebilseymış, ama olmamış. Sonra bir başka arkadaş grubu yakalamış kendine, hop! onların rengine bürünmüş. Oha bu da bukalemunmuş ya la! Bakın bunda "fikir" var, ama kendi fikri değil, çevresine topladığı insanların düşünce yapısına göre şekillenen "fikir".
Bu ikisi, ne kadar iyi insanlar olurlarsa olsunlar; yürekleri ne kadar temiz olursa olsun, daha o cesaretsiz, cibiliyetsiz , karaktersiz mizacını sezdiğim anda s.ktiri çekmek istediğim insanlardır.
İnsanın hayata karşı bir duruşu olmalı. Bunu dile getirmekten korkmamalı, fikrini savunmaktan çekinmemeli. Ha, şayet yoksa belli bir görüşün varmış gibi de yapma arkadaşım yapma! Kabul görmemekten korkuyorsan farklı meziyetlerinle var ol insanların arasında. Hiçbir aklı başında insan tanımıyorum ki senin gibileri dışlasın. Korkma! Zaten seni fikriyatın sebebiyle dışlıyorsa sen de onları s.tiret!
Bakın ikiniz, yukarıda belirttiğim iki insan örneklemesi, size söylüyorum; sizinki apolitizm değil, karaktersizlik. Apolitik olmayı anlarım, tarafsız davranmayı ya da ikilemde kalmayı anlarım da, sizinkini hiç anlamıyorum. O yüzden uzaksınız artık benden, özellikle zihnen ve kalben...
Fakat küfürlü konuşacağımdan bahsettim ama yeterince küfür etmedim. Daha fazla uzatmak istemedim aslında, malum günümüz gençliği okumadan anlamlandırmaya, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya pek alışkın, sonuna kadar sabredemezler.
Etrafta s..e sürülecek aklı olmayan çok fazla okumuş insan var da işte mecburiyetten tahammül diyoruz, düsturumuz "önce insan" olduğundan...
Monday, 28 May 2012
Saturday, 26 May 2012
Mayıs sıkıntısı
Nuri Bilge Ceylan'ın bu filmini izlemedim. Sadece bir parçasını aslında... Zaten şimdiye kadar herhangi bir Nuri Bilge filmini sonuna kadar izleyebilmişliğim yoktur. Bir Norah Jones, bir de Nuri bilge sağolsun amansız insomnia derdime, biri şakılarıyla, diğeri filmleriyle deva oldular.
...
Bir gün, böyle gün dönümü vakitleri yukarıdaki paragrafı yazmış ve kayıplara karışmışım. Günlerdir (hatta haftalardır) o paragraf, taslak halinde çaresizce, tarafımdan tamamlanmayı bekliyor.
Normalde çoktan o yazıyı tamamlamış, Mayıs ayı içerisine en az üç dört tane daha yazı sığdırmıştım, sonuçta bunun 1 Mayıs'ı var, 6 Mayıs'ı var, 11 Mayıs'ta Calipto'nun Hacettepe'de oynadığı müzikal var, Mayıs'ın ikinci pazarına denk gelen anneler günü var, 23 Mayıs'ta iki sendikanın birlikte yürüttüğü genel grev var... Bunların hepsini es geçip yazmaktan vazgeçmişim, artık sen düşün sıkıntıyı.
Her Allah'ın Mayısı ben onulmaz dertlere düşmüşcesine bunalıma girerim. Ortada hiç bir halt olmamasına rağmen ağlamaktan gözlerim kan çanağına döner, kendimi dış dünyadan soyutlarım, içimdeki tüm hümanizmi rafa kaldırıp insanlardan ölesiye nefret ederim.
Bana hasıl olan bu sıkıntının bir sebebi, bir geçmişi, bir kaynağı bir başlangıç noktası yok. bu Mayıs sıkıntılarımın bilincine 2006 yılında vardım. 2007'de durumu tamamen teyit ettim. 2008 Mayısım ise, diğerlerinden çok farklı geçti ki binlerce saçma, yer yer hoş duygular içerisinde kendimi kaybettikten sonra, içimde hala sönmeden duran simsiyah korların da mümessili olarak yer etti kişisel kronolojimde.
Sonrakiler de yine içe kapanma, soyutlanma, tüm iç daralmalarına rağmen bunları çevreye yansıtmamak için olağanüstü bir çaba harcamayla geçip gittiler.
Bu tecrübeleri hesaba katarak 2012 Mayısını da büyük bir tedirginlikle bekledim. İnsan mutsuz olmaktan korkuyor biliyor musun? Mayıs ayında nelerle karşılaşacağını bilmemek, fakat bu dönemin kendisini ne tür bir halet-i ruhiye içerisine iteceğinden çok emin olmak ister istemez ruhta gerilmelere yol açıyor. Zaten Mayıs sıkıyor, fazladan bunalıma sebebiyet verecek ani problemlere düşerim diye endişe ediyor.
Mayıs ayının sonunu ha getirdik, ha getiriyoruz derken bu Mayıs'ın kısa özetini geçeyim. Bayramla başlayan bu ayın ilk gününü, bu kez Taksim'de değil İzmit'te geçirmeyi tercih ettik, ben, Eğitim sen, Halkevleri ve yeni yoldaşlarım, okulu benim için tahammül edilebilir hale getiren arkadaşlarımla birlikte (onları bi ara burada da tanıtmayı planlıyorum). Sonrası koşturmacayla, kendini hayatın akışına bırakmayla, alışkanlıklara ve alışılmadıklara kaptırmayla geçti.
Son 4-5 günü nasıl geçiririm bilemem, şimdilik yalnız kalmadığım zamanlarda durumu iyi idare ettim gibi görünüyor. Sadece hoşlanmadığım, yanlarında bulunmaya tahammül edemediğim insanların yanında yüzüm gülmüyor, ama bu zaten Mayıs'a özgü bir durum değil benim genel tavrım. Okulda Tutku, Vildan, Asiye ve Sultan sayesinde (artık insanlara mahlas üretmekten sıkıldım, yeniler kulaklarına ezanla söylenen kendi isimlerini görecekler burada.) toparlayabiliyorum kendimi. Evde de, her ne kadar dalgınlığı çoğunlukla sinirlerimi zıplatsa da, Desislava sayesinde içime kapanmamayı başarıyorum.
Genel durum bu canlar. Nasıl oldu da bu kadar ara verdim yazmaya bilemiyorum. Fakat bildiğiniz üzre Mayıs ayındayız, hesab edin işte bendeki denge problemini, istikrar düşüşünü...
...
Bir gün, böyle gün dönümü vakitleri yukarıdaki paragrafı yazmış ve kayıplara karışmışım. Günlerdir (hatta haftalardır) o paragraf, taslak halinde çaresizce, tarafımdan tamamlanmayı bekliyor.
Normalde çoktan o yazıyı tamamlamış, Mayıs ayı içerisine en az üç dört tane daha yazı sığdırmıştım, sonuçta bunun 1 Mayıs'ı var, 6 Mayıs'ı var, 11 Mayıs'ta Calipto'nun Hacettepe'de oynadığı müzikal var, Mayıs'ın ikinci pazarına denk gelen anneler günü var, 23 Mayıs'ta iki sendikanın birlikte yürüttüğü genel grev var... Bunların hepsini es geçip yazmaktan vazgeçmişim, artık sen düşün sıkıntıyı.
1 mayıs 2012 |
Her Allah'ın Mayısı ben onulmaz dertlere düşmüşcesine bunalıma girerim. Ortada hiç bir halt olmamasına rağmen ağlamaktan gözlerim kan çanağına döner, kendimi dış dünyadan soyutlarım, içimdeki tüm hümanizmi rafa kaldırıp insanlardan ölesiye nefret ederim.
Bana hasıl olan bu sıkıntının bir sebebi, bir geçmişi, bir kaynağı bir başlangıç noktası yok. bu Mayıs sıkıntılarımın bilincine 2006 yılında vardım. 2007'de durumu tamamen teyit ettim. 2008 Mayısım ise, diğerlerinden çok farklı geçti ki binlerce saçma, yer yer hoş duygular içerisinde kendimi kaybettikten sonra, içimde hala sönmeden duran simsiyah korların da mümessili olarak yer etti kişisel kronolojimde.
Sonrakiler de yine içe kapanma, soyutlanma, tüm iç daralmalarına rağmen bunları çevreye yansıtmamak için olağanüstü bir çaba harcamayla geçip gittiler.
Cabare M - Calipto (Ankara) |
Bu tecrübeleri hesaba katarak 2012 Mayısını da büyük bir tedirginlikle bekledim. İnsan mutsuz olmaktan korkuyor biliyor musun? Mayıs ayında nelerle karşılaşacağını bilmemek, fakat bu dönemin kendisini ne tür bir halet-i ruhiye içerisine iteceğinden çok emin olmak ister istemez ruhta gerilmelere yol açıyor. Zaten Mayıs sıkıyor, fazladan bunalıma sebebiyet verecek ani problemlere düşerim diye endişe ediyor.
Mayıs ayının sonunu ha getirdik, ha getiriyoruz derken bu Mayıs'ın kısa özetini geçeyim. Bayramla başlayan bu ayın ilk gününü, bu kez Taksim'de değil İzmit'te geçirmeyi tercih ettik, ben, Eğitim sen, Halkevleri ve yeni yoldaşlarım, okulu benim için tahammül edilebilir hale getiren arkadaşlarımla birlikte (onları bi ara burada da tanıtmayı planlıyorum). Sonrası koşturmacayla, kendini hayatın akışına bırakmayla, alışkanlıklara ve alışılmadıklara kaptırmayla geçti.
Son 4-5 günü nasıl geçiririm bilemem, şimdilik yalnız kalmadığım zamanlarda durumu iyi idare ettim gibi görünüyor. Sadece hoşlanmadığım, yanlarında bulunmaya tahammül edemediğim insanların yanında yüzüm gülmüyor, ama bu zaten Mayıs'a özgü bir durum değil benim genel tavrım. Okulda Tutku, Vildan, Asiye ve Sultan sayesinde (artık insanlara mahlas üretmekten sıkıldım, yeniler kulaklarına ezanla söylenen kendi isimlerini görecekler burada.) toparlayabiliyorum kendimi. Evde de, her ne kadar dalgınlığı çoğunlukla sinirlerimi zıplatsa da, Desislava sayesinde içime kapanmamayı başarıyorum.
Genel durum bu canlar. Nasıl oldu da bu kadar ara verdim yazmaya bilemiyorum. Fakat bildiğiniz üzre Mayıs ayındayız, hesab edin işte bendeki denge problemini, istikrar düşüşünü...
Etiketler:
1 Mayıs,
6 mayıs 1972,
Calipto,
Desislava,
Eğitim Sen,
Halkevleri,
İzmit,
Norah Jones,
Nuri Bilge Ceylan,
Taksim
Subscribe to:
Posts (Atom)