Tuesday 8 February 2011

Sendikalı olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu

Küçüklüğümden beri, aktif bir şekilde olmasa bile sendikal faaliyetlerin içerisindeyim. Babam, 80lerde duyguları bastırılmış her solcu gibi etliye sütlüye karışmayan, ama sosyalist aktivasyonları desteklemekten de geri durmayan devlet memurlarındandır. Sanırım KESK’in kuruluşundan beri sendikanın üyesi. Hangi sene üye olduğunu hatırlamıyorum bile.





Evimiz her sene BTS (Birleşik Taşımacılık Sendikası, KESK’e bağlı) takvimleriyle falan doluyor bu yüzden “sendika” mantığını ilk kez onları inceleyerek babamdan öğrendim. Daha sonra okurken, okulda gördüğüm Eğitim Sen afişleri ve panoları ilgimi çekmeye başladı. Doğuştan meraklı bir yapıya sahip olduğum için ve başkalarının fikirlerinden kötü etkilenmekten korktuğum için sessizce araştırdım sendikaları.

Aslında bu korkuyu bana ailem ve çevremdekiler, tamamen iyi niyetlerinden aşıladılar biliyorum. Küçükken mahalledeki ve okuldaki tüm arkadaşlarım yazları kuran kursuna giderlerdi. Ben de isterdim onlarla gitmeyi ama babam izin vermezdi. Hatta her konuda babamı yumuşatmayı bir şekilde başarabilirdim ama bu konuda beceremedim. Anneme de içten içe uyuz oldum beni desteklemediği için. Meğer sebep tamamen beynimin yıkanmasından korkmalarıymış. Şimdi onlara hak veriyorum çünkü ben de olsam çocuğumu, kimin nesi olduğunu bile bilmediğim bir cami hocasına emanet etmezdim. İnanç öyle bir olgu ki, onu kullanarak insanları ele geçirmek çok kolay. Bu duruma örnek vermeme gerek bile yok sanırım.

Benim bu hezeyanlarımın hemen akabinde Sivas katliamı gerçekleşince az çok kavradım durumun vehametini, artık çocuk aklım ne kadar kavrayabildiyse. Ve bir daha da ısrar etmedim kuran kursuna gitmek için.

Sendika derken konuyu yine nerelere getirdim!

Öğretmenlik okumaya başladığımdan beri, öğretmen olduğumda Eğitim Sen’e üye olup sendika içerisinde aktif görevler almaya heveslenip duruyorum. Ama fazla araştırma yapmak da iyi değilmiş onu fark ettim.

Sendika dediğimiz yapılanma kapitalizm içerisinde yer alıyor değil mi? Yani bizim haklarımızı kapitalizme karşı koruyor, sömürülmemize engel olmak için çalışıyor. Bu durumda, şayet kapitalizm olmasa sendikaya da ihtiyacımız olmayacak. Sendika varlığını kapitalizmden alıyorsa nasıl ona karşı mücadele ettiğini iddia edebilir ki?

İşte son birkaç yıldır kafam bu tarz düşüncelerle dolu fakat yine de sendikadan uzak duramıyorum. Bir ara bu tarz düşünerek sendikalara haksızlık ettiğimi düşünüp suçlu hissediyordum kendimi, ta ki Herman Gorter’in “Yoldaş Lenin’e Açık Mektup”unu okuyana kadar. Gorter’in sendikalarla ilgili düşünceleri benimkilerle o kadar benziyordu ki, “vay be adam yüz yıl önce düşünmüş zaten tüm bunları…” dedim ve suçluluk duygum bir anda yok olup gitti. O da sendikalara fazla güvenmemekle birlikte kapitalizmin varlığında sendikanın gerekliliğini inkar etmiyor. Hatta devrimin, bilinçli sendikalar yardımıyla başarılabileceğine inanıyor.

Bunları okumak içimi rahatlattı, yalnız “bilinçli sendika” sözü canımı sıkıp duruyor. KESK’e güvenmekle birlikte yeni bir yapılanmanın içerisine girmesinin gerekli olduğuna inanıyorum. Eğitim Sen için form doldurdum geçenlerde, henüz bana bildirilmedi fakat sanırım şu an resmen KESKliyim. Daha kararlı ve görüş birliği içeren bir konuma gelmesini çok istiyorum sendikamın. Bir avuç kapitalistin, faşistin, yobazın önünde kendini küçük düşürdüğünü görmeye tahammül edemiyorum.

Zavallı ailem hassas yapımdan dolayı hep siyasi faaliyetlerden uzak tutmaya çalıştı beni, lakin Öğrenci Kolektifleri ile başlayan maceram artık Eğitim Sen ile devam ediyor maalesef. Hala korkuyorlar ama görüyorum ki içten içe gurur da duyuyorlar benimle. Onların bastırılmış duygularının bir dışavurumuyum ben çünkü, bunun farkındalar…

1 comment:

Profösör said...

Yazını dikkatle okudum. Bildiğiniz gibi dünyayı idare eden birkaç aileden ibaret. Sendikalar da bu düzenin içinde birer figür sadece. Adaletin bu sistemin bütünü içinde gerçekleşmesi mümkün değil. Sandikalar bir nevi pansuman tedbir vasıtasını bile güdemiyorlar. Öyle bir yapı olmalı ki insanın ancak hayranlık duyabileceği bir bilinç toplumunun önderliğinde bir hareketin varlığını içimizde hissetmeliyiz. Sarı sendikalar olduğu müddetçe çalışanların hakkı korunamayacaktır. Bu benim fikrim.

Bir bilinç toplumu insanamızın, duygu, düşünce ve davranışlarının bütününde iyi, güzel ve doğru kavramlarının bir arada bulunduğu bir yapılanma içinde olabilirse arzu ettiğimiz refah toplumu olşabilir. Refah to;lumu bir bilinç toplumunun bir parçasıdır kavram olarak. Oysa nice zenginlerin bir buhran yaşadığını biliriz.