Tuesday, 8 January 2013

Merlin -2-

Not: Dünkü yazıda hırsımı yeterince alamadım, kaldığım yerden devam ediyorum. Diziyi henüz izlemeyenler bunu okuyabilir, problem yok.

Geçen ay Sir Thomas Malory'nin Le Morte d'Arthur (Arthur'un Ölümü) adlı derlemesine başladım ve altıncı kitabı bitirmek üzreyken Merlin'in sezon finalini izledim. Adam yıllarca Fransız ve İngiliz kaynaklarını araştırmış, nazım şeklinde dilden dile anlatılan hikayenin tüm versiyonlarını üşenmeden kendi döneminin İngilizcesine çevirdikten sonra düz yazı haline getirip derlediği bu varyasyonları 21 kitapta toplamış.

Senin (yazar burada senaristlere sesleniyor) 4 sezon boyunca aynı eksende süründürdüğün ve bir sezonda apar topar bitirdiğin hikayeye adam ömrünü vermiş ömrünü! Senin millete maskara ettiğin, ta.ak oğlanına çevirdiğin ulu büyücü Merlin'le ilgili binbir çeşit kehanet aktarmış! Hasbelkader Malory alem-i berzahtan senin kıçı kırık hikayeni izlediyse mezarında takla atmıştır, (kaldıysa) kemikleri sızım sızım sızlamıştır. Düşün ki bazı bölümlerde anlatımın sığlığından ben bile utandım, o ne etsin!




Arthur'un doğumu Merlin'in büyüsü sayesinde gerçekleşmemiş; onu da geç, efsanenin kilit noktası olan Arthur'un evlatlık verilip yoksul bir ailenin yanında büyüdüğü bölüme değinmek şöyle dursun, Arthur saraydan dahi çıkarılmamış. Kral kızı olan ve güzelliği dillere destan olarak anlatılan Guinevere saray hizmetçisi oluvermiş hangi akıllının aklına estiyse artık. Hizmetçiliği sorun niteliği taşımaz diyelim, ama güzeller güzeli olması bir yana, gayet vasatın altında görselliğe sahip bir (Allahım kınamıyorum, yemin ederim!) oyuncu seçilmiş Guinevere rolü için (Angel Coulby). Bir önceki yazıda aktardığım gibi, kendisinin Winsor hanedanlığına herhangi bir yakınlığını tarafımdan tespit edilememekle birlikte, geçmiş Britanya hanedanlıklarıyla bir alakasının olduğu IMDB kayıtlarından kestirilememiştir. Peki annem, nereden torpilli bu kadın? Oyunculuğu şahane desen, çok daha güzel İngiliz kadınlar var aynı oyunculuğu kıçıyla icra eder, misal Eva Green (ki o da bir-kaç yıl önce Camelot dizisinin Morgan le Fay'iydi).

Arthur'un büyüye karşı takındığı tavır dizide gayet ikiyüzlüceydi. "Büyü kötülük için kullanılır, o zaman büyücülere ölüm!" Ama dördüncü sezona bir geldik, "Madem ki babamın hayatta kalabilmesini sağlayacak tek şey o, yaşasın büyü!" Emrys (Merlin) babayı ölümden kurtaramaz, "Kahrolsun büyü, nöbetçiler Emrys'in kellesini getirin bana!", "Eh ama Gwen'i kötülükten kurtarabilecek tek şey büyüyse o zaman forza büyü, varolsun büyücüler!" Öööööeeeeeh!

Ama... ama... ama...

Tüm bu olumsuzluklara rağmen diziyi çok sevdik be abi! Merlin'i oynayan it oğlu it (Colin Morgan) çok sempatikti bi' kere. Sonra Arthur var, Arthuaaaarrrrrrhhhhh! Bu iki sevimli varlık ne gada da datlı datlı atışıyorlar, diziyi destani kalıptan çıkarıp eğlenceli boyutlara taşıyorlardı.




Sanırım dizinin müdavimi olmamın sebebi bu iki adam. Başka mantıklı bir sebep bulamıyorum. Ama seviyordum işte, bittiğinde sinirden tırnağımın üzerindeki saçma sapan mavi-yeşil karışımı ojenin bir kısmını yedim. Bir de hafif gözlerim doldu, gece üzüntü-sinir karışımı hissiyattan dolayı uyuyamadım. (Vildan şahit!)

Ayrıca, aldığım duyumlara göre kraliçe II. Elizabeth dizinin finalini izleyince sinirlenip yönetmeni aramış, şöyle buyurmuş majeste, "Benim atalarımın sihirle, büyüyle işi olmazdı. Büyük büyük büyük dedem Arthur, Britanya'yı tek sancak altında toplayacağım diye 40 yıl at üstünden inmedi, seferden sefere koştu. Dizide Arthur'un Camelot'tan çıktığı yok, bu nasıl iş!" (bu kısımda azıcık ekşi'den esinlenme var itiraf edieyim, hakkında yazılanları daha yeni okudum zira...)

Sözün özü bu gençler. Bir sonraki Merlin dellenişime kadar, konuyu burada kapatıyorum. Lakin, Le Morte d'Arthur'un benim açımdan daha keyifli olmasını sağlayan rahmetli Mina Urgan'a teşekkür etmeden sözlerimi noktalamaya içim elvermedi. Çevirilerinden arşiv düzenleme girişimime emin adımlarla devam ediyorum. Nur içinde yatsın.



Selamımı da ilettikten sonra, yarın için ilan edilen kar tatilini kutlama etkinliklerime kaldığım yerden devam edebilirim, sağ tarafımdaki, Sibel'in yılbaşında getirdiği nar çiçeği rengi, Sex and The City'nin meşhur kokteyli Cosmopolitan ile. Yanında kabuklu fıstık, çekirdek filan da yiyim dedim ama kokteylin tipine bakınca yaptığım hareketin fazlasıyle kıro bir davranış olacağına kanaat getirip vazgeçtim... (Dayanamaz ve tuzlu fıstığa, leblebiye, bademe abanır!)

Hadi bana eyvallah!!!









No comments: