Saturday, 12 January 2013

There's no remedy for memory

says Lana Del Rey in her influential song, Dark Paradise... The song says more than this of course, for instance:

All my friends tell me I should move on
I'm lying in the ocean, singing your song
That's how you sing it
Loving you forever can't be wrong
Even though you're not here, won't move on
That's how we played it
There's no remedy for memory
Your face is like a melody
It won't leave my head
...


When the first time I listened Lana Del Rey, I couldn't accept her and I perceived her some kind of a "fake" Amy Winehouse (e'en when she was alive). I've got a bad bad nature about internalizing a celebrity. If I like an artist more than a normal degree -as I like Amy Winehouse- I cannot accept another one who has a similar music genre. And Lana is one of them that I victimised prejudicedly.

I begin to listen to her seriously after my sister had offered insistently. Then I realized I had been unfair to her music. She is totally different from Amy, in the way of reflecting her feelings. Amy had a restless soul that was searching for happiness. She was trying hard to get rid of her pain. But Lana's restless soul lives on with its sorrow. She's born with grief and she doesn't complain it. Her sorrow is the only thing to make her move on.

She's got a terrible pain in the depths of her heart and she's very successful to narrate it by her art. There're not so many people to express their feelings such forwardly. Her painful courage makes her different from anyone.

In Born to Die she mentions a damn love turning around a dead end, the only way to reach the weal shit is to die together.

....
Come take walk on the wild side
Let me kiss you hard in pouring rain
You like your girls insane
Choose your last words
This is the last time
Cause you 'n I, we were born to die
....


She sometimes cites her longing and passion as it's some kind of a dream, a hopeful one, yet will never become true as in bloody Bel Air:
...
Roses, bel air, take me there
I've been waitin' to meet ya
Palm trees in the light
I can see late at night
Darlin' I'm willing to greet you
...

Anyone should listen to Summertime Sadness in a winter night, which gives a feeling like a warm blanket both peaceful and rueful. It's a farewell to beloved who'll never turn over. This song actually makes me feel that "there's no remedy for memory" therefore I hate it, but cannot stop listening. I'm some kind of a fucking Lana Del Rey in this respect I guess, preferring not to avoid pain.

...
I think I'll love you forever
Like the stars miss the sun in the morning skies.
...
Kiss me hard before you go
Summertime sadness
...


Briefly, for a couple of months I'm listenin' to her potently and I feel, her music is inspiring and soulful. She will never become Amy Winehouse, besides she doesn't need to...






Tuesday, 8 January 2013

Merlin -2-

Not: Dünkü yazıda hırsımı yeterince alamadım, kaldığım yerden devam ediyorum. Diziyi henüz izlemeyenler bunu okuyabilir, problem yok.

Geçen ay Sir Thomas Malory'nin Le Morte d'Arthur (Arthur'un Ölümü) adlı derlemesine başladım ve altıncı kitabı bitirmek üzreyken Merlin'in sezon finalini izledim. Adam yıllarca Fransız ve İngiliz kaynaklarını araştırmış, nazım şeklinde dilden dile anlatılan hikayenin tüm versiyonlarını üşenmeden kendi döneminin İngilizcesine çevirdikten sonra düz yazı haline getirip derlediği bu varyasyonları 21 kitapta toplamış.

Senin (yazar burada senaristlere sesleniyor) 4 sezon boyunca aynı eksende süründürdüğün ve bir sezonda apar topar bitirdiğin hikayeye adam ömrünü vermiş ömrünü! Senin millete maskara ettiğin, ta.ak oğlanına çevirdiğin ulu büyücü Merlin'le ilgili binbir çeşit kehanet aktarmış! Hasbelkader Malory alem-i berzahtan senin kıçı kırık hikayeni izlediyse mezarında takla atmıştır, (kaldıysa) kemikleri sızım sızım sızlamıştır. Düşün ki bazı bölümlerde anlatımın sığlığından ben bile utandım, o ne etsin!




Arthur'un doğumu Merlin'in büyüsü sayesinde gerçekleşmemiş; onu da geç, efsanenin kilit noktası olan Arthur'un evlatlık verilip yoksul bir ailenin yanında büyüdüğü bölüme değinmek şöyle dursun, Arthur saraydan dahi çıkarılmamış. Kral kızı olan ve güzelliği dillere destan olarak anlatılan Guinevere saray hizmetçisi oluvermiş hangi akıllının aklına estiyse artık. Hizmetçiliği sorun niteliği taşımaz diyelim, ama güzeller güzeli olması bir yana, gayet vasatın altında görselliğe sahip bir (Allahım kınamıyorum, yemin ederim!) oyuncu seçilmiş Guinevere rolü için (Angel Coulby). Bir önceki yazıda aktardığım gibi, kendisinin Winsor hanedanlığına herhangi bir yakınlığını tarafımdan tespit edilememekle birlikte, geçmiş Britanya hanedanlıklarıyla bir alakasının olduğu IMDB kayıtlarından kestirilememiştir. Peki annem, nereden torpilli bu kadın? Oyunculuğu şahane desen, çok daha güzel İngiliz kadınlar var aynı oyunculuğu kıçıyla icra eder, misal Eva Green (ki o da bir-kaç yıl önce Camelot dizisinin Morgan le Fay'iydi).

Arthur'un büyüye karşı takındığı tavır dizide gayet ikiyüzlüceydi. "Büyü kötülük için kullanılır, o zaman büyücülere ölüm!" Ama dördüncü sezona bir geldik, "Madem ki babamın hayatta kalabilmesini sağlayacak tek şey o, yaşasın büyü!" Emrys (Merlin) babayı ölümden kurtaramaz, "Kahrolsun büyü, nöbetçiler Emrys'in kellesini getirin bana!", "Eh ama Gwen'i kötülükten kurtarabilecek tek şey büyüyse o zaman forza büyü, varolsun büyücüler!" Öööööeeeeeh!

Ama... ama... ama...

Tüm bu olumsuzluklara rağmen diziyi çok sevdik be abi! Merlin'i oynayan it oğlu it (Colin Morgan) çok sempatikti bi' kere. Sonra Arthur var, Arthuaaaarrrrrrhhhhh! Bu iki sevimli varlık ne gada da datlı datlı atışıyorlar, diziyi destani kalıptan çıkarıp eğlenceli boyutlara taşıyorlardı.




Sanırım dizinin müdavimi olmamın sebebi bu iki adam. Başka mantıklı bir sebep bulamıyorum. Ama seviyordum işte, bittiğinde sinirden tırnağımın üzerindeki saçma sapan mavi-yeşil karışımı ojenin bir kısmını yedim. Bir de hafif gözlerim doldu, gece üzüntü-sinir karışımı hissiyattan dolayı uyuyamadım. (Vildan şahit!)

Ayrıca, aldığım duyumlara göre kraliçe II. Elizabeth dizinin finalini izleyince sinirlenip yönetmeni aramış, şöyle buyurmuş majeste, "Benim atalarımın sihirle, büyüyle işi olmazdı. Büyük büyük büyük dedem Arthur, Britanya'yı tek sancak altında toplayacağım diye 40 yıl at üstünden inmedi, seferden sefere koştu. Dizide Arthur'un Camelot'tan çıktığı yok, bu nasıl iş!" (bu kısımda azıcık ekşi'den esinlenme var itiraf edieyim, hakkında yazılanları daha yeni okudum zira...)

Sözün özü bu gençler. Bir sonraki Merlin dellenişime kadar, konuyu burada kapatıyorum. Lakin, Le Morte d'Arthur'un benim açımdan daha keyifli olmasını sağlayan rahmetli Mina Urgan'a teşekkür etmeden sözlerimi noktalamaya içim elvermedi. Çevirilerinden arşiv düzenleme girişimime emin adımlarla devam ediyorum. Nur içinde yatsın.



Selamımı da ilettikten sonra, yarın için ilan edilen kar tatilini kutlama etkinliklerime kaldığım yerden devam edebilirim, sağ tarafımdaki, Sibel'in yılbaşında getirdiği nar çiçeği rengi, Sex and The City'nin meşhur kokteyli Cosmopolitan ile. Yanında kabuklu fıstık, çekirdek filan da yiyim dedim ama kokteylin tipine bakınca yaptığım hareketin fazlasıyle kıro bir davranış olacağına kanaat getirip vazgeçtim... (Dayanamaz ve tuzlu fıstığa, leblebiye, bademe abanır!)

Hadi bana eyvallah!!!









Monday, 7 January 2013

Merlin

Not: Diziyi henüz izlemeyenler ve izlemeyi planlayanlar; finali izlemeye vakit bulamayıp en kısa zamanda izlemeye yeltenecek olanlar bu yazıyı okumasın. Çok pis "spoiler" içerir...


Yayınlanmaya başladığından itibaren, Kral Arthur Efsanesi ile zerre alakası olmadığını düşündüğüm halde kaçırmadan, hatta bazı bölümleri defalarca olmak üzre, soluksuz izledim Merlin'i. İzlediğim her bölüme ayrı bok attım, efsaneden fena halde sapmış olmasından dolayı.



Sanırsın bir İngiliz Edebiyatçısı, bir efsaneler uzmanıyım da türlü söylemlerle yerden yere vurdum dizinin senaristlerini. Ve fakat hayranı olmaktan da geri duramadım. Bunda, Arthur'u canlandıran Bradley James'in de büyük etkisi vardı inkar etmiyorum. Güzeller güzeli büyücü Nimueh'yi ilk sezonun sonunda Merlin'e hunharca katlettirip diziden kopardıklarında bile soğumadım diziden. Sonuçta görülmeye değer tek insan evladı Arthur değildi, bunun Lancelot'u var, Leon'u var Gawain'i var, hatta yer yer Morgana'sı var... (ama ne acıdır ki esas olması gereken Guinevere'i yok!)

15-16 yaşlarımda Excalibur'la ilgili o basit hikayeyi okuduğumdan beri en sevdiğim, hakkında en çok araştırma yaptığım efsane oldu Kral Arthur. Binlerce değişik versiyonuyla karşılaştım ve hiçbiri Merlin dizisindeki duruma uymuyordu. Ama ne var ki oyunculuklar iyiydi, ben de hem ondan, hem hikayeyi sevdiğimden, hem de bolca fantastik öğenin yüzü suyu hürmetine izledim. O da efsanenin binbir versiyondan biriymiş gibi davranıp senaristlerin efsaneye karşı takındıkları hoyrat tavrı sineye çektim. Hatta bak hiç abartmıyorum, vazgeçilmezlerim arasına girdi dizi, yeminle bak! 



Ama ne yaparsın allem ettiler, kallem ettiler Merlin'in büyü gücünü beş sezon boyunca Arthur'dan saklamayı başardılar. Zaten Arthur'un tahta geçmesi yaklaşık üç buçuk sezonu aldı. Geriye kalan süre zarfında Arthur ve Morgana'nın (Morgan Le Fay) taht mücadelesini izledik. Biz, "bu daha böyle gider, asıl olaylar Arthur, Merlin'in büyücü olduğunu öğrenince başlayacak." diye umutlanaduralım, beşinci sezonla birlikte diziyi sonlandırdılar. Hem de öyle apar topar, yalap şalap ki, finali adeta oldu bittiye getirdiler.

Şimdi açıkçası ben diğer hayalperestler gibi mutlu son beklemiyordum, zira efsane binlerce versiyona sahip olsa dahi, her birinin sonunda Mordred, Arthur'u öldürüyor, kaçınılmaz son. Merlin bunu engelleyemiyor, çünkü o da Morgan Le Fay tarafından canlı canlı bir mezara hapsediliyor (dizi böyle bitmedi tabi, şanlı Merlin ebediyete kadar özgür yaşadı, bak hele!).

Benim uyuz olduğum durum, sen beş sezon boyunca efsaneye gram sadakat gösterme, son anda finali efsaneye uygun yapayım diye hikayeyi haldır haldır koşturarak bir sona ulaştır. Bak ona da bir şey demiyorum, ama beş sezonun hemen her bölümünde, "Arthur tahta geçecek, büyü serbest olacak, druidler üzerindeki faşist baskı, halk üzerindeki adaletsizlik ve zulüm sona erecek, herkes eşit, özgür, barış ve kardeşlik içerisinde yaşayacak!" mesajı veren sen değil miydin? Verdin madem, en azından bir sezonu bu düstura göre yazıverseydin ya! Arthur tahta geçer, büyücüler hala sapır sapır öldürülür. Merlin büyücüyüm demeye korkar, işlerini habire gizliden halleder. Garibim hala, "Bir gün Albion toprakları özgürlüğe kavuşacak, bunu Arthur gerçekleştirecek." diye hayaller kuradursun Arthur'un zırhını, çizmelerini parlatıp, kirli çamaşırlarını dere kenarında çitilerken...

Yuvarlak masa daha yeni kurulmuş, şovalyeler efsane olacak, her biri ölümcül maceralara atılacak, yiğitlikleri dillere destan olacak diye beklerken, adamlar daha ancak birbirlerinin ta.ak oğlanı olabildiler ve Arthur, sözde once and the future king daha Camelot'u huzur ve refaha erdiremeden Camlann savaşında (efsaneye göre de Arthur'un katıldığı, başarısız olduğu ve öldürüldüğü savaştır), esasında kendi kanından olması gerekirken alelade bir druid olan Mordred tarafından öldürüldü.



Normalde finali ilk izlediğimde (iki hafta kadar önce) şu yukarıda yazdıklarımı içimden geçirmeden önce söze küfürle başlamıştım. Ama aradan geçen zaman sinirimin geçmesini sağladı sanırım, ya da finali kanıksadım. Yalnız kanıksayamadığım tek şey, dizinin sonunda Merlin'i 2000li yıllarda Avalon gölü civarında tırlara otostop çekerken izlemekti. Ejderhanın, Arthur can çekişirken verdiği milliyetçi mesaja uygun bir son uydurmaya çalışmışlar zaar. Bu topraklar her ihtiyaç duyduğunda bir Arthur ortaya çıkacakmış zaten, sanki mesih anasını satayım! Merlin de yeni Arthur gökten zembille ininceye kadar otobanda sinyalci olsun o zaman, hassss.....tr ordan! Bak yine sinirlendim!

Velhasıl dostlar, diziyi zevkle izledim, Merlin ve Arthur arasındaki dostluğa, yağuşuklu şovalyelere, Guinevere hariç tüm güzel kadınlara hayranlıkla baktım. Fakat yo dostum yo, bu final olmamış. Arthur'un Albion topraklarını huzura kavuşturmadan terki diyar etmesi, Camelot tahtının gudubet Guinevere'e kalması, zaten Lancelot'un teeee uzun zaman önce ölüp hikayeden şutlanması biz "Arthur&Merlin" severlerin hiç hoşuna gitmedi.

Senaristler, her kimseler, efsaneye küfür niteliği taşıyan dizinin komplesinden ziyade final bölümünden dolayı onlara o kadar saygı duymuyorum ki, IMDB'den isimlerini öğrenme ihtiyacı bile hissetmiyorum. Şayet bir gün diziyi tekrar, en baştan izleme arzusu hissedersem yedi cetlerini en güzide küfürlerle taçlandıracak performansı sergileyeceğimin garantisini şimdiden vermek isterim.

Ayrıca yapımcıya da iki çift lafım var: o Guinevere nedir allahını seversen? Nerden torpilli o kadın çabuk söyleyin! Winsor hanedanlığına mensup gibi bir hali de yok! Nedir o zaman?!?



Günler sonra gelen ekleme: Merak edenler için söylüyorum, hızımı alamayıp yazıya devam ettim, buyrunuz linki: Merlin -2-