Tuesday, 24 April 2012

Boş geçmemek lazım


Öncelikle her birinize ayrı ayrı iyi geceler diliyorum canlar. Bu gece tematik olmayan, rastgele seçilmiş alelade konular içeren, mesaj kaygısı gütmeyen, gayet pespaye bir yazı yazmak için huzurlarınızda bulunmaktayım. Hazırsanız başlıyorum:

Step Up 2
* Geçenlerde, kendime, dibimden ayrılmayacak ve benle aynı ölçüde eğlenecek bir yaren bulamadığım için gidemediğim Halkevleri'nin 80. yıl konser etkinliğinin gerçekleştirildiği esnalarda evde oturmuş Step Up filmlerini izledim. Yıllardır izlemeyi planlayıp ertelediğim, boş içeriklerinden dolayı çok da ilgi duymadığım filmlerdi bunlar. Ama o gün kendimi biraz eğlendiremeye ihtiyacım vardı, yapacak daha önemli işlerim yoktu. Ana tema üç filmde de aynı, tarzlar aynı, konu neredeyse aynı, oyuncular farklı.

İlk film güzel, sokak dansçısı, yetenekli çocuğun sanat okuluna giriş serüvenini anlatıyor. Hikayeyi de dansları da sevdim açıkçası, güzel. İkinci filmde bu sefer yetenekli kızın sokaklardan sanat okuluna uzanan hikayesi anlatılıyor. Dansları ve müziği en çok hoşuma giden film buydu beğendim, güzel. Üçüncü film biraz zorlama olmuş, konu olarak ilk iki filmden uzaklaşılmış çok fazla zevk almadım, ama buradak esas çocuk feci güzel, onun yüzü suyu hürmetine izledim filmi, bende yalan yok.

Fakat beni uyuz eden  ikinci filmdeki esas kız (hani en çok ikinci filmi sevmiştim ya). Çok afedersiniz, spolier vermek gibi olmasın ama, dans hocası kıza açıyor klasik müziği "dinle ve yorumla" diyor. Bizim salak o müzikle break dans yapmaya çalışıyor ki akıllara ziyan hareketler ve müziğe zerre uygun değil. Halbüse filmde fevkalade yetenekli, aşşırı derecede yaratıcı olarak lanse ediliyor bu arkadaş. Olum bakın size işinizi öğretmek gibi olmasın, ben de süper dansçı, kareografi uzmanı değilim ama ben bile yetenek dediğinin ne olduğunu az çok bilirim. Madem ki bu kız korkunç yetenekli, o zaman her müziğe, her ritme ayak uyduracak beceriyi göstermesi lazım izleyiciye. Bir break dansla, bir hip-hopla olacak iş değil bu. Yeri geldiğinde balesini de yapacak, icabında çiftetelliye de kalkacak ki, seyirciden tam not alabilsin. Bak finaldeki dansla olayı bitirmişsiniz, bayıldım, ona lafım yok. Fakat o kızın hoca tarafından adam edilmiş halini; pisi pisiyle, taytla havada üçlü salto atan solo performansını da sunmalıydınız ki ikna olalım o kızın o okulda okumayı gerçekten hakettiğine.

* Hani dedim ya Halkevleri'nin 80. yıl etkinliğine gidemedim ve kendimi çerez gibi tek oturuşta tükenen gençlik filmlerine verdim; bu durumun öncesi, esnası ve sonrası bana arkadaşlık ilişkilerimi sorgulamam açısından pek bir yardımcı oldu aslında. Bazı insanlarla herhangi bir yere gidilmemesi, hatta bunun teklif dahi edilmemesi gerektiğini yaşayarak tecrübe ettim. Bu durum zaten aleni bir şekilde gözlerimin önünde duruyordu, lakin ben her nedense daha fazla ikna olmak için gayret ettim. Bu septik fikriyatımı hiç sevmiyorum. Bazen bazı şeyleri, kişileri olduğu gibi kabul etmek gerektiğini en başta yerleştiremiyorum zihnime. Samimiyetsizliğinden, kişiliksizliğinden, iki yüzlülüğünden şüphe ettiğin insanları "acaba lan..." diyerek sınamaya çalışma. Öyleyse öyledir işte, kurcalamaya ne gerek var?

Kafamda bazı durumların muhakemesini yaptıktan sonra gençler, sizinle eskisi kadar sohbet etmiyor, şakalarınıza gülmüyor, anlattıklarınızı çok fazla dinlemiyorsam bilin ki ortadaki karaktersizliğin farkına varmışımdır artık. Birbirimizi kandırmayalım lütfen, samimiyetsizliğimizi yersiz esprilerle örtmeye de çalışmazsak çok memnun olurum. Ne siz eskiyi geri getirebilirsiniz, ne de ben sizinle birlikte eskiye dönerim artık, zaten ne demiş büyüklerimiz "kanka ayağı g.t ayağı". Artık siz bu lafı ne tarafa çekerseniz o tarafa gitsin, benden bu kadar.

* Blogger da arayüz değiştirme modasına uyup sinir  bozucu bir görünüme bürünmüş. Bakın Herakleitos iyi adamdır, severim, sayarım, değişimin sürekliliği konusunda haklı da bulurum; fakat ben onun aksine, her şeye rağmen değişiklikten nefret ederim. Facebook'un "timeline" adındaki boktan uygulamasına geçmiş insan da değilim en nihayetinde. Twitter görünümünü değiştirdiğinde, çok sık kullanmıyor olmama rağmen en çok küfür edenlerdendim. Sevmiyorum arkadaş, değişiliği sevmiyorum! Tam öğreniyorum siteyi, neyin nerede olduğunu çözüyorum, pat yine bir değişiklik! Benim hamurumdaki en büyük ölçekli katkı maddesi istikrar. Dünya üzerinde benim gibi insanların sayısı fazla değil biliyorum, ama değişiklik söz konusu olduğunda benim gibilerin de göz önünde bulundurulması taraftarıyım. Nokta!

* Allahım ne boş bir yazı oldu, son olarak twitter aşkımdan da bahsedeyim tam olsun. Bu insan evladı hakkında hala yeterince bilgi toplayabilmiş değilim ama ünlü olduğuna iyice ikna oldum. Benim takipçilerim haftada birer birer artarken bununkiler her göz atışımda (ve bu bir hayli sık aralıklarla olagelen bir eylem) biner biner artıyor! Ben böyle selebritilik görmedim arkadaş! Ne yapsam, dm mi atsam? "Hele bir anlat bakalım, kimlerdensin delüğanlu?" mu desem? 

Püfff, sanal alem hiç bana göre değil aslında ama bir şekilde alıştık, alıştırıldık bu saçmalıklara. Ben bahçede, demiryolunun devasa ışığı altında oturup çekirdeğini çitlerken bir yandan kitap okuyup, bir yandan cır cır böceklerini dinleyen bir insandım eskiden. Peki şimdi nedir, kimdir beni böyle eden?

No comments: