Friday, 8 August 2014

Olsun

Karamsarlığın genele yayılabilen bir kavram olduğunu düşündüğüm için kendimi karamsar olarak nitelendirmemeye çalışırdım eskiden (çok eskiden). Ne zaman ki karamsarlığı spesifik bir noktaya yönlendirip oraya bırakabildiğimi öğrendim, o zaman farkettim ki ben sadece kendime karamsarım. Misal, elimin altında bir "dünyayı yok et" butonu olsa bütün dünyaya kıyıp o butona basamam. Ama "kendini yok et" butonu olsa, çoktan basmıştım.

Kendime karamsarlığımın, kendime acımasızlığımın membağı nedir, başlangıç noktası neresidir bilmiyorum. Çocukluk hatıralarımı şöyle bir gözden geçirdim, bir sonuca ulaşamadım...

Lakin hep bekledim, bu tuhaf halin bir kırılma noktası olsun, bir yol ayrımı, bir dönemeç çıksın diye. Hani belki ben de o, her küçük şeye büyük heyecanla sarılan, gözleri ışıldayan insanlardan olurum diye düşledim. Rayların üzerinde mutlu, el ele tutuşarak yürüyenlerin, paslı rayda bir adım atıp bir traverslere düşüp gülüşenlerin yanında, düzenli ve tekdüze adımlarla, dikkatli fakat düşünceli yürüyen ben, içimdeki kömürsü kuzgunların göğsümü yarıp etrafa uçuşması için çok bekledim.

Mamafih, bekleyince olmuyor, can çıkmayınca huy da çıkmıyor....




"Borcum varmış gibi kendimden
Gülümseme beklerken
Tren yolları boyu düşündüm"

P.B.