Sunday 11 October 2015

İyi değiliz, iyi olmayacağız, iyi olmayın...

Suruç katliamından beri profilimi karartmış bekliyordum. İyi bir şeyler olsun, güzel haberler alayım ve tekrar gülümseyen eblek suratlı fotoğraflarımı paylaşayım diye. Fakat gün geçmiyor ki yeni bir katliamla, acıyla karşılaşmayalım şu topraklarda.

"Bize ne senin boklu profilinden!" diyen iç seslerinizi duyuyorum. Haklısınız. Ama kararan o profiller Türkiye'nin gerçeğinin, uzun süren yaslardan bir türlü çıkamadığının, göğüs gerdiği darbelerden her seferinde daha ağır hasarlar aldığının bir göstergesi değil mi?

Dün o mitingde ben de olacaktım. Eğer hastanede bana yine zerrece anlamadığım bir beyin analizi randevusu verilmeseydi. Yaz başından beri gitmediğim doktor (önce bir nörolog, sonra dahiliyeci, ardından cildiyeci, sonrasında bir beyin cerrahı ve yine bir nörolog artı bir psikiyatr) kalmadığından erteleme riskini göze alamadım. Ve o gün Ankara'da olamadım.

Oh iyi ki gitmemişsin diyenlere açıktan sinirleniyor, hıncımı gizleyemiyorum. Bunun nasıl bir suçluluk duygusu, nasıl bir utanç olduğunu anlatamıyorum, anlamıyorlar. Sevinmemi bekliyorlar. Şükretmemi istiyorlar. Ne için sevinmeliyim? Başka zaman birlikte omuz omuza halay çekeriz diye planladığım insanların bir daha hiç halay çekemeyeceğini bildiğim için mi? Failini herkesin bildiği bir katliamın öcünü almaya gücüm yetmediği için mi? Bir kaç gün erteleyebileceğim bir randevuyu ertelemediğim ve yaralananların yanında olamadığım, ellerinden tutamadığım için mi?

Tarif edemiyorum, açıklayamıyorum, kıvranıyorum, çöküyorum. Bizim gibiler için oldukça tanıdık olan bu acıyı, tarihi acıyla dolu olmayanlara anlatamıyorum, anlatamıyoruz.

Daha fazla kan dökülmesin, silahlar tamamen sussun, bu toprağın evlatları birbirlerine kıymasın, küslük bitsin, barış olsun, Anadolu'da dev bir halay çemberi kurulsun diye toplananların katilini tanıyoruz.

Yastayız.

İsyandayız.

Unutmayacağız.