Friday 26 April 2013

Tarhana çorbasının iyileştirici özelliği

Hani Rüştü Asyalı'nın Keloğlan'ı canlandırdığı film serilerinden birinde, amansız bir hastalığa tutulan ve gece-gündüz komada yatan padişah kızı tarhana çorbasını içince zıpkın gibi ayağa dikiliyor, ceylan gibi sekmeye başlıyor ya, işte ben o filmi çoğunlukla o sahneye kadar izler bırakırım. Devamını çok nadir getirmişimdir. Zira, Keloğlan'ın uyuyan güzele tarhana çorbasını içirmeden önce söylediği türkü beni mest eder, bir de tasın içinde dumanı tüten tarhananın görüntüsü.

Filmi her izlediğimde kerametin tarhanada değil de, hafif amsalak vezir yardımcısının büyülü iksiri kaybedişinde olduğunu varsaymıştım. Velakin dostlar, tarhananın mucizevi bir gıda olduğunu hesaba katmamışım, cehaletime veriyorum bu durumu. Halbuki bugün ve şubat ayında geçirdiğim ağır gribal enfeksiyon sürecinde tecrübe ettiğim üzere artık anlamış bulunmaktayım, tarhana çorbası belli başlı hastalıkların tedavi sürecinde ehemmiyet gösterilmesi gereken bir unsur. Hangi yöreden olursa olsun doğal yollarla, GDO içermeyen ürünlerle yapılmış olanı mutfaktan eksik edilmemelidir.

Misal ben küçükken Sivas tarhanasını pek severdim. O zamanlar daha Trakya tarhanasıyla tanışıklığım yok, Trakya'da yaşıyorum ama kültürüyle henüz pek iç içe değilim yaşadığım ıssız köy istasyonu lojmanından dolayı. Babaannem her sene yapar gönderirmiş ben pek seviyorum diye. Nur içinde yatsın...

Trakya tarhanası bizimkinden çok farklı, ama onu da seviyor muyum? Bittabi! Son iki ağır hastalığımda da dipçik gibi ayağa kalkmamı sağlayan da odur en nihayetinde. Hastalığın sabahında nefes alamadan, inleyerek yatarken tarhanayı mideye gömdükten sonra, akşamına şarkı mırıldanarak tırnaklarına turuncu oje süren de bizzat bu kardeşinizdir.

Yani demem o ki Keloğlan haklı, hasta insan şöyle dumanı üstünde, bol tereyağlı, mis gibi tarhana çorbasını içmeden kendine gelemiyor. Bu yaz üşenmesem de tarhana yapmayı ve kurutmayı öğrensem büyük hayırlara vesile olmaz mıyım?

Hazır anmışken şu sevimli türküyü de dinlesek ya...



Wednesday 17 April 2013

Çocukları alabildiğine nefret dolu yetiştirme tüyoları

"Benim 9 yaşındaki kızım..." diye cümlesine başladı müfettiş. "Hani şu fok balığı gibi burnundan konuşanlar var ya, onlardan iğrendiğini söylüyor. 9 yaşındaki çocuk bile o şımarık konuşma şeklinden, o insanlardan nefret ediyor." diye devam etti. 9 yaşındaki kızının bir başka yaşıtından iğreniyor olmasını, bunu rahatlıkla dile getirmesini bir övünç kaynağı olarak bizlere anlatıyor. İfadesi öyle gururlu, duruşu öyle vakur. Sizden "badem bıyıklı" olmasın, öylesine devasa bir de özgüveni var.

Düşündüm ve kendimi onun yerine koydum. Benim çocuğum gelse ve bana, "ben şu şu şu insanlardan iğreniyorum..." dese ne yapardım? Sanırım öncelikle içimden, ağzının ortasına sağlam bir şamar denkleştirmek geçerdi. "Ben seni böyle mi yetiştiriyorum itin evladı! Sen kendini ne zannediyorsun da bir insandan şu şu şu özelliğinden dolayı iğrenme ve bunu utanmadan dile getirme hakkını görüyorsun kendinde?" diye, ağzımdan köpükler saça saça bağırmak isterdim. Ama ne var ki evlat bu, atsan atılmaz, satsan sat...

Öhömmm! Ne diyordum?

Hah işte bizim müfettiş bunu bir övünç kaynağı olarak anlattı ve akabinde çocuklara güzel konuşmayı, Türkçe'yi düzgün kullanmayı öğretmemizi salık verdi. Ben "Türkçe" kısmını duyduktan sonra, "hah benle alakası yokmuş" diyip toplantı salonunun sağ arka köşesinde tekrar uyku pozisyonu almaya hazırlanırken kafamdan geçen o nefret cümleleri zihnimi allak bullak etti.

Bizi denetlemeye gelen adam, güya işinin ehli, güya eğitim-öğretim konusunda uzman olan bu adam içerisinde kin ve nefret barındıran bir evlat yatiştiriyor olmakla gurur duyuyordu. Ve bize de böyle çocuklar yetiştirmemizi, öğrencilerimizi bu yönde eğitmemizi salık veriyordu. Biz ekipcek (Tutku, Asiye, ben -Vildan yoktu, çünkü Diyarbakır'daydı-) dehşete düşmekten alamadık kendimizi. Böyle durumlarda insan kendi ailesini sorguluyor ister istemez, ben nasıl yetiştirildim ki acaba diye çocukluğunu şöyle bir gözden geçiriyor.

Meğer ne kadar steril, nefret barındırmayan bir ortamda büyümüşüm diye düşünmeden edemedim ben de. Kimseyi küçümsemeyen; yaşadığı, gördüğü tüm olumsuzluklara rağmen insanlara nefretle bakmayan; toplumsal, siyasal, kültürel problemlerini çocuklarına ders niteliğinde malzemeler olarak sunmayan bir aile içerisinde barınmışım. Her aile gibi binbir çeşit sıkıntımız vardı ve evin büyük çocuğu olarak her birine tek tek şahit oldum. Lakin ben kimseden nefret etmeyen, kimseyi hor görmeyen, aşağılamayan, hümanist bir çocuk olduğumu, bu özelliği kendiliğimden edindiğimi sanıyordum. Tüm mesele ailede bitiyormuş dostlar.

Bir çocuk nasıl doğuştan nefret dolu olabilir ki? Bir insan doğduğundan itibaren yüreğinde aşağılama, tiksinme duygusuyla varolabilir mi? Bunun için ya belli başlı kötü deneyimlerden geçmiş olmalı, ya da ona o şekilde yaşaması öğretilmelidir.

İşte bu iki temelde de aile devreye giriyor. Bazı çocuklar olumsuzluklara aile içerisinde maruz kalıyor ve yaşantısı kötü örneklerle besleniyor. Bazılarına ise "öyle" olmaları gerektiği öğretiliyor. Aileler iyi öğrenim görmüş olabiliyor ama birey yetiştirme konusunda sınıfta kalıyorlar.

Yani o tecrübeli, işinde uzman, tahsilli müfettiş; benim taşralı, öğrenim düzeyi orta halli, doğduğundan itibaren geçim sıkıntısı mücadelesi vermiş anne-babam kadar bile eğitimli değil aslında. Zaten şu Dilovası'na geldim geleli öğrendiğim yegane şey, eğitim yalnızca okulda alınabilen bir şey değil.

O yüzden, annemle babama, çocuk yüreğime yerleştirdikleri tüm iyi duygulardan dolayı teşekkür ediyorum. Sizden daha iyisine sahip olamazdım...


Dipnot: Farkettiyseniz yazının başlığının konuyla fazla alakası yok, tamamen teşir amaçlı.




Tuesday 16 April 2013

İnternet sözlüğü deyip geçme!

İnternet aleminin bana kazandırdığı, hiç abartmıyorum canlar, en iyi şeylerdir internet sözlükleri. Hatta onlara "internet sözlüğü" demek, nazarımda gayet amiyane bir tabir. Fakat başka ne şekilde bahsedebilirim onlardan bilmiyorum. Ben internet sözlüğü diyeyim siz bir bilgi, fikir, eğlence okyanusu hayal edin olmaz mı? Bunların babası bildiğiniz gibi "ekşi sözlük".


İnternetle, teknolojinin her türüyle olduğu gibi geç tanıştım (bu, fazlasıyla antika kafa yapısına doğduğumdan beri sahibim zair). Bu sebeple ekşi sözlüğü de üniversitedeyken tanıdım. Akabinde itü sözlük, uludağ sözlük ve bir dönem hayata tutunma sebebim kousözlük. Gerisi zaten tırı vırı benim için. Aaaa ama trakya sözlük de ehemmiyet gösterdiğim internet sözlüklerindendir, hiç inkar edemem.

Ekşi sözlüğe sapır sapır yazar alındığı dönemde, o derya gibi yazarları okudukça yazmaya cesaret edemeyip yazarlığı başka baharlara erteledim durdum. Sonra amatör, eğlencelik müzik grubumla tanıştım, grup elemanı canlar sayesinde de kousözlükle... Kendi üniversitemin naçizane sözlüğüydü bu, lise günlüklerimden sonra bıraktığım düzenli yazı yazma alışkanlığımı tekrar edinmek için iyi bir fırsat gibi göründü bana. Okulu bitirip boşluğa düştüğüm o berbat dönemde resmen beni hayata bağlayan unsurdu kousözlük.

Binbir görüşten, fikirden, kökenden insanla tanıştım orada. Hayata ne kadar dar açıdan baktığımı farkettim. Kendimi belli fikri kalıplar içerisine sokuşturup orada bırakmışım. Ve sözlükler olmasaydı orada tıkanıp kalacaktım muhtemelen.


Bazıları için sadece bir küfür okyanusu, müstehçen deneyimlerin anlatıldığı, insanların acımasızca eleştirilmeyi bırakın aşağılandığı bir mecra olduğu iddia edilmesine rağmen; kapatılması için kampanya başlatan şakirtlerin dahi en önemli konularda başvurduğu "kutsal bilgi kaynağı" olduklarına bizzat şahit oldum.

O değil de azizim, benim de birçok küfür içeren atasözü ve deyim öğrenmişliğim vardır sözlüklerden. Bazı yazarlara yarıla yarıla gülmüşlüğüm, bazılarına ağız dolusu sövmüşlüğüm, bazılarına sırf yazdıklarından dolayı görmeden aşık olmuşluğum yok değil. Lakin her biri, hemen her satırda bana yepyeni ufuklar açtılar; farklı fikirleriyle, inançlarıyla, mizah anlayışlarıyla, bilgi birikimleriyle. Misal, vaktiyle şu yazıya günlerce güldüğümü hatırlar ve sonra döner tekrar gülerim: http://eksisozluk.com/entry/9607645

Velhasıl dostlar, hani bazınız soruyor ya, bu "gereksiz" bilgileri, "tuhaf" şeyleri nereden biliyorsun deyyü, işte benim bilgi kaynağım; dimağımda bir çok karakter biriktirme sebebim, bir de bu radde asosyalken o kadar çok insan tanıyor olmamın mümessilidir internet sözlükleri. Hala okuyor, yeni şeyler öğreniyor, gülüyor, hayran oluyor, yer yer ağlıyor ve takip etmekten hiç vazgeçmiyorum.


Siz de benim gibi hani hayatı yaşayarak değil de okuyarak öğrenmeye çalışan, seyirci kıvamında insanlardansanız sözlükler tam size göre! Şayet onlardan (benim gibilerden) değilseniz, sözlükler yine tam size göre, kısacık entrylerden ne çok yer, ne çok deneyim, ne çok bilgi öğreneceğinize inanamazsınız o kadar söylüyorum.

Bir de Anadolu'nun, hatta dünyanın çeşitli köşelerinde yaygın olup, popüler kültürde henüz yer bulmamış mizahın babannesini barındıran çok çeşitli hikayeler var ki, iddia ediyorum düzenli sözlük takip etme alışkanlığı edindiğinizde televizyon alışkanlığından vazgeçeceksiniz.

Çok pis iddialıyım!

Dipnot: "eee sabahtan beri anlatıyon bi kere İnci Sözlük demedin!" diye serzenişte bulunmayın döverim! (Anladınız siz onu...)