Tuesday 22 February 2011

"Köy okulu"ndan objektifime yansıyanlar... (3)

Şimdi köy okuluyla hayvanların  ne alakası var diyeceksiniz biliyorum. Şayet bu hayvanlar sürekli okulun etrafında olmasalar ben de alaka kuramazdım. Okulun duvarlarını kemiren, bazen okulun içine giren keçileri kovalayışım dün gibi aklımda. Ne çok eğleniyormuşum meğer, zamanında bana külfet gibi görünen bu tuhaf işleri yaparken. 

Sözün kısası, az sonra köydeki hayvanları içeren bir kolaj izleyeceksiniz :)




Yeni doğmuş keçi yavrusu, daha göbek bağı bile duruyordu kanlı kanlı...






Bu da yeni doğan siyah keçinin ikizi. Siyah ve beyazın eşsiz uyumunu yakalamış anne keçi, tebrik ediyorum, bunca yıllık BJKliyim ben bile yapamam bu kadarını. (oha!)





Her sabah okul binasının yakınında, derenin kenarında annesiyle otlayan sıpa. Yirim!!!





Yağmuru fırsat bilerek kendilerini göletlere atan ördekler...










Okulu kemire kemire bitirmeye ant içen keçilerimiz...





İnek, öküz ve her türlü büyükbaş, Doğu Anadolu'nun yegane geçim kaynağı.





Yeni doğmuş köpek yavrusu. Daha gözü bile açılmamış, o kadar küçük...




Şu yılanı ayağımın dibinde görmem ve bilmem kaç desibellik çığlığı basmam bir olmuştu. Neyse ki ölüymüş. Kanım çekildi yemin ederim. O günden sonra doğa keşfine çıkmaya tövbe ettim.





Ana- oğul ya da ana-kız (bence)

Tuesday 8 February 2011

Sendikalı olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu

Küçüklüğümden beri, aktif bir şekilde olmasa bile sendikal faaliyetlerin içerisindeyim. Babam, 80lerde duyguları bastırılmış her solcu gibi etliye sütlüye karışmayan, ama sosyalist aktivasyonları desteklemekten de geri durmayan devlet memurlarındandır. Sanırım KESK’in kuruluşundan beri sendikanın üyesi. Hangi sene üye olduğunu hatırlamıyorum bile.





Evimiz her sene BTS (Birleşik Taşımacılık Sendikası, KESK’e bağlı) takvimleriyle falan doluyor bu yüzden “sendika” mantığını ilk kez onları inceleyerek babamdan öğrendim. Daha sonra okurken, okulda gördüğüm Eğitim Sen afişleri ve panoları ilgimi çekmeye başladı. Doğuştan meraklı bir yapıya sahip olduğum için ve başkalarının fikirlerinden kötü etkilenmekten korktuğum için sessizce araştırdım sendikaları.

Aslında bu korkuyu bana ailem ve çevremdekiler, tamamen iyi niyetlerinden aşıladılar biliyorum. Küçükken mahalledeki ve okuldaki tüm arkadaşlarım yazları kuran kursuna giderlerdi. Ben de isterdim onlarla gitmeyi ama babam izin vermezdi. Hatta her konuda babamı yumuşatmayı bir şekilde başarabilirdim ama bu konuda beceremedim. Anneme de içten içe uyuz oldum beni desteklemediği için. Meğer sebep tamamen beynimin yıkanmasından korkmalarıymış. Şimdi onlara hak veriyorum çünkü ben de olsam çocuğumu, kimin nesi olduğunu bile bilmediğim bir cami hocasına emanet etmezdim. İnanç öyle bir olgu ki, onu kullanarak insanları ele geçirmek çok kolay. Bu duruma örnek vermeme gerek bile yok sanırım.

Benim bu hezeyanlarımın hemen akabinde Sivas katliamı gerçekleşince az çok kavradım durumun vehametini, artık çocuk aklım ne kadar kavrayabildiyse. Ve bir daha da ısrar etmedim kuran kursuna gitmek için.

Sendika derken konuyu yine nerelere getirdim!

Öğretmenlik okumaya başladığımdan beri, öğretmen olduğumda Eğitim Sen’e üye olup sendika içerisinde aktif görevler almaya heveslenip duruyorum. Ama fazla araştırma yapmak da iyi değilmiş onu fark ettim.

Sendika dediğimiz yapılanma kapitalizm içerisinde yer alıyor değil mi? Yani bizim haklarımızı kapitalizme karşı koruyor, sömürülmemize engel olmak için çalışıyor. Bu durumda, şayet kapitalizm olmasa sendikaya da ihtiyacımız olmayacak. Sendika varlığını kapitalizmden alıyorsa nasıl ona karşı mücadele ettiğini iddia edebilir ki?

İşte son birkaç yıldır kafam bu tarz düşüncelerle dolu fakat yine de sendikadan uzak duramıyorum. Bir ara bu tarz düşünerek sendikalara haksızlık ettiğimi düşünüp suçlu hissediyordum kendimi, ta ki Herman Gorter’in “Yoldaş Lenin’e Açık Mektup”unu okuyana kadar. Gorter’in sendikalarla ilgili düşünceleri benimkilerle o kadar benziyordu ki, “vay be adam yüz yıl önce düşünmüş zaten tüm bunları…” dedim ve suçluluk duygum bir anda yok olup gitti. O da sendikalara fazla güvenmemekle birlikte kapitalizmin varlığında sendikanın gerekliliğini inkar etmiyor. Hatta devrimin, bilinçli sendikalar yardımıyla başarılabileceğine inanıyor.

Bunları okumak içimi rahatlattı, yalnız “bilinçli sendika” sözü canımı sıkıp duruyor. KESK’e güvenmekle birlikte yeni bir yapılanmanın içerisine girmesinin gerekli olduğuna inanıyorum. Eğitim Sen için form doldurdum geçenlerde, henüz bana bildirilmedi fakat sanırım şu an resmen KESKliyim. Daha kararlı ve görüş birliği içeren bir konuma gelmesini çok istiyorum sendikamın. Bir avuç kapitalistin, faşistin, yobazın önünde kendini küçük düşürdüğünü görmeye tahammül edemiyorum.

Zavallı ailem hassas yapımdan dolayı hep siyasi faaliyetlerden uzak tutmaya çalıştı beni, lakin Öğrenci Kolektifleri ile başlayan maceram artık Eğitim Sen ile devam ediyor maalesef. Hala korkuyorlar ama görüyorum ki içten içe gurur da duyuyorlar benimle. Onların bastırılmış duygularının bir dışavurumuyum ben çünkü, bunun farkındalar…

Sunday 6 February 2011

Bir zamanlar, bir yerlerde küçük bir gözyaşı damlasıydım

Hani bir söz var ya, “bi insana hak ettiğinden fazla değer verirsen sonunda onun gözünde değersiz olursun.” diye, ben o söze artık tamamen inanıyorum. Ama isterdim ki bu hissi bari tecrübe ederek öğrenmeyeyim.

Tecrübelerimi anlatarak hayat dersi vermeye çalışmayacağım, panik yok. Sadece hissettiklerimi yazasım var o kadar.

Hayatta her istediğimiz anında gerçekleşmiyor maalesef, bazen çok fazla çabalamamız gerekiyor, uzun süre sabretmemiz… Bir avuç kumu tane tane saymaya çalışmak gibi dikkatle sayıyoruz geçen günleri ki, bu da ufacık bir mutluluk anını gözümüzde olduğundan daha değerli kılıyor. Sevdiğimiz insanlarla geçirdiğimiz kısacık anları daha dolu yaşamak gerektiğini hissettiriyor. Çünkü bazen kendimizi onlara karşı suçlu hissediyoruz, yaşama amacımızı onlara tercih ettiğimiz için ve zamanımızın sadece küçük bir kısmını onlara ayırabildiğimiz için.

Bu durum, zamanla onların gözündeki değerimizin azalmasına sebep olabiliyormuş meğer. Birlikte geçirebileceğimiz ufacık anları canımızı sıkacak şeyler söyleyerek, derin düşüncelere dalmamıza sebep olarak heba edebiliyorlarmış.

Sen, elinde su bardağıyla iftarı bekleyen oruçlu gibi hasretle beklesen de o anı; o sanki sıradan bir günde, sıradan biriyle vakit geçiriyormuş gibi kayıtsız kalabiliyor senin heyecanına. Zamanında birlikte paylaştığınız her saniye, üzerinden yıllar geçmesine rağmen senin gözünde hala capcanlı, ama o çoktan unutmuş bile onları. Silmiş hatta. Sen yerinde sayarken o çoktan başka saniyelerin hayaline dalmış.

En kötüsü de ne biliyor musun? Sen bunu bile bile ikinci, üçüncü şanslar veriyorsun ona da durum yine de değişmiyor ya... Aslında şans verdiğin o mu, sen misin tam bir muamma. Senden o şansı talep etmiş mi ki? Birileri tarafından aldatılınca, aşağılanınca, unutulunca aklına gelen kişi olmadığını görmek için yapıyorsun bunu. Ama sonuç her seferinde aynı.

Peki hala neyin hayalini kuruyorsun? Neden her seferinde kısıtlı vaktini, değişmeyeceğini bildiğin şeyleri değiştirebilmek uğruna harcıyorsun? Bırak o hatırlamasın, sadece sen hatırla, şayet hatırladıkların seni mutlu ediyorsa. Belli ki yaşanan her yeni an eskiyi daha çok aratıyor sana. O yüzden zorlama, üstüne kırmızı bir çizgi çek ve yoluna devam et.

Ve artık ağlama, kurban olayım ağlama!

Döktüğün her gözyaşı damlası, onun kadehinde mey olup mest ediyor, sana karşı katılaşan yüreğini. Bu kadar sadık olma kendi duygularına. Bir yerlerde beklendiğini biliyor o zaman, seni kürkçü dükkanı bellemiş, o dönmese de sen dönersin, biliyor. Nitekim dönüyorsun da… O seni sadece, birileri onu mutsuz ettiğinde hatırlıyorken sen onu aklından çıkaramıyorsun.

Tamam yine unutma, ama çaba da gösterme artık. Sadece birlikte geçirdiğiniz güzel zamanları, paylaştığınız duyguları anımsa, kendi kendine gülümse, ama işte o kadar! İlerlemek için attığın her adımın seni biraz daha yaraladığına daha fazla şahit olma…

Bu gece son kez ağla ve kapat o karanlık sayfaları. Kanatlarını parçalayan bu çırpınışlara bir son ver. Yakında gelecek olan güzel günleri düşün. Unutma, sen elindeki hiçbir şeye kolayca sahip olmadın. Yine kolay olmayacak evet, ama güçlü olduğunu biliyorsun ya, daha önce başarmıştın ya, devam edebilmiştin ya…

 Döktüğün son gözyaşı damlasından sonra derin bir uykuya dal ve yeni güne yepyeni umutlarla başla…

Ve bir daha ağlama, kurban olayım ağlama!